-->

17 Aralık 2014 Çarşamba

Birden bir aydınlanma gelir ....

           Herkese oluyor mu bilmiyorum ama yaptığım taşkınlıktan sonra bana bir aydınlanma geldi. O mesajları o basiretsiz kıza yolladığım günden beri bir sakinlik hali var ki , yakınlarımı dahi şaşırtıyor. Ağzımdan aman ya ne bakacağım onun profiline ne yapayım kızla buluştuysa yani cümlesi dahi çıktı. Önce bir durup düşündüm, fırtına öncesi sessizlik mi bu acaba diye? Yok düpedüz umursamama hali...
          Bunun olabilmesi için 5 senemi vermem gerekir miydi bilmiyorum ama açıkçası pek de bir şey kaybetmemişim.. Sadece uzun zaman geçtiği için kendisini inzivaya çekilmiş , himalaya eteklerinde yemeyip içmeyip kendisini meditasyona vermiş, gurusundan aydınlanma alabilmek için ayağından baş aşağı asılmış, su kuyusunda bekletilen insan dinginliğindeyim... Nutella mı var? Benim canım istemiyor, teşekkür ederim, Sosyal medya hesaplarımla fazla vakit harcayamıyorum, yeni bir mandala çizmeye başladım, bitmezse içim rahat etmeyecek, yogadan sonra biraz zencefilli hıyarlı su içelim mi? Cümlelerim havada uçuşuyor.
          Son bir kez Tarçınlı Kahve'nin araştırmasını yaptım ve hala kızla birlikte olduğunu gördüm. Adama kızmadım, kıza acıdım. Düşünsenize, sizinle yatan adam, başkasına aşık... Ne acı! Ve sizinle nasıl seviştiğini aşık olduğu kıza bile anlatıyor. Demek ki neymiş, kol kası yapmak beyin gelişimine yardımcı olmuyormuş, ve spor bazı kızlarımızda ter atımı esnasında gurur kaybına sebep oluyormuş...
 Yazık ya...
             Tabi ben bunları düşünürken aklıma birden M.A(29) geldi. Hoş pek de gitmemişti ama lütfen yanlış anlaşılmasın, Tarçınlı Kahveden sonra hop yine eskiye döndü demeyin. Kimseye döndüğüm yok... Sadece ona aşık olduğum günleri (ki oldukça kısa bir zaman) düşündüm. Gizli bir blog açıp , aşkımı haykırdığım günler pek de uzakta değil... 
        Ben kendimi kandırmışım sayın okuyucu, biri özel olsun, biri farklı ve unutulmaz olsun istemişim, kendim yazıp kendim oynamışım. İçimde bir senarist var ve yazdıklarımın en büyük oyuncusu her zaman ben olmuşum.  Tarçınlı Kahve'den sonra kimseyi sevemem adlı filmim uzun süre vizyonda kalmış, güzel ama film nihayetinde değil mi? Hiç alakası olmayan iki kere gördüğüm adama da blog açıp yağdırmışım aşkımı, geçen sene kendisini at zanneden bir beyinsiz için bile üzülmüşüm. Bütün eski sevgililerimin sosyal medya hesaplarını didiklemişim. Ayrıca dün gece okulda taş çatlasın üç kere selamlaştığım çocuğun da eşinden boşandığını farkedince emin olmak için sosyal medya hesaplarını didikledim ben.. Yani anlayacağınız benim alışkanlıklarım, meraklarım ve can sıkıntılarım var. 
           Bütün eski sevgililerime de dönünce bir şans daha vermişim.... E bu adamın ne özelliği kaldı? Yalnız hala düşündükçe yüzümde hain bir gülümseme beliriyor, o şimdi bana nasıl sinirlidir diye. Bu kadar kimseden öc almamıştım. Demek ki adamın ne özelliği var sorusunun cevabı buymuş :) En güzel öc aldığım, vicdanımı en güzel rahatlattığım adam :) O'na da bu özellik yeter de artar bile...
         Bir gün bana deseler ki an gelecek, geçmişine dair kimsenin ne yaptığını merak etmeyeceksin, bir hafta önce sana seni seviyorum diyen adam başkasıyla gülerken, sevişirken, gezerken , sen bunlara güleceksin, hatta tesadüfen karşına çıkmayacaksa bilmeyeceksin, çabalamayacaksın. Geçmişinde kim varsa ve ne kadar canını yaktıysa sadece geçti bitti diyeceksin, sadece anı olarak kalacak diye, götümle gülerdim. Gizli blogum beni kendime getirdi. Bak kimse özel değil, bak sen sevebiliyorsun, sevmişsin, yazmışsın, ve onu da unutmuşsun dedi bana. 
       Ben sadece mutlu olmak istemişim... Bazen tanıdık mutsuzluklarımın sahipleri dönüşsün ve  mutlu etsin diye tutunmuşum , bazen yeni umutlarıma. Olmamış bugüne kadar. Yanlış adamlara tutunmuşum. Ya da tutunmaya zorlamışım kendimi. 
          M.A(29)'a da neler neler yazmışım öyle! Sanırsın 3 çocuğumla , kapının önüne koyup, boşanma davasından önce malını mülkünü kaynının üstüne yapıp beni beş parasız bırakmış gibi... O ne acı öyle ya! Öyle bir şey yapsa donuna kadar alırdım onu da eklemeden geçemeyeceğim de. Onlar boşanmaz da şimdi. Allah korusun , boşanmak istesem, bunlar ailece plan yapar da beni bir halının içine dürüm gibi sarıp, ıssız bir akarsuya atarlar gece. Ben söz konusu bu adam olunca neden hep sapkın düşünceler içine giriyorum onu da henüz çözmüş değilim... İlk buluşmamıza 5 sene önce niyetlendiğimde de beni ormana kaçırıp tecavüz edeceğini düşünmüştüm... Bunu müsait bir zamanımda irdeleyeceğim ve yeni bir aydınlanma yaşayacağım :) Bana yine sapkın düşünceler geldiğine göre yogaya gitmek için ufaktan hazırlansam iyi olacak...
Siz de ben meditasyonda düşüncesiz kalma çabaları içinde kavrulurken, buram buram aşk acısı kokan , artık yazamayacağım kadar duygusuzlaştığım gizli blogumu M.A(29)'a söverek, okumak isterseniz linki buraya bırakıyorum. http://askmidirnedir.blogspot.com.tr/

Kafanızdaki tek düşüncenin yoga taytım nerde benim olduğu günler diler , öperim !!!! 
            

          




13 Aralık 2014 Cumartesi

Gerekirse özleminden öl, ama bana bir daha mesaj atma !

Sen nasıl bir geri zekalısın Bay Tarçınlı Kahve?
Dün geceden beri hiç uyumadım ve periyodik olarak bu soruyu sordum... Tabii ki kendi kendime sordum çünkü kendisi beni her yerden engelledi. Hem de öyle sessiz sakin yaptı ki bunu, en savunmasız anımda, yeni bir dizi keşfetmiş ve büyük bir hırsla çekirdek çitlerken engellendiğimi fark ettim.
Bu durumda kafamı kurcalayan ilk soru neden bir gün sonra engellendiğim , ikincisi de yazıma başladığım ilk cümle oldu...
Hemen şirket profilimi açıp kısa ama vurucu bir mesaj attım. O an iyi ki şirlet profilim varmış , olmasa o kalp sıkışması ve el titremesiyle yeni bir facebook hesabı açıp ona giydirmem uzun zaman alacaktı. Bu adam bana bir kaç gün önce ömrü boyunca benden başkasını sevemeyeceğini söyleyen, benim ömrüm dediğim beyinsiz. Kendisi son derece kıt bir adam olduğu için yaptığım hareketi kendisine yapılmış bir saldırı olarak algıladı. Farz edelim ki öyleydi, ki değildi ama onun gibi sığ düşünelim ve öyle diyelim, e benim buna hakkım yok mu? Ben biriyle bir şey yaşadığım anda beni öldüreceğini ya da yaralayacağını söyleyen bir kıt nasıl olur da kendisinde o kızla devam etme hakkı bulur ki?
Gereksiz yere gerildim haliyle...
Olayın üstünden 1 saat 40 dakika geçtikten sonra yüz kaslarımı hissetmeye başladım, öncesinde deneyimsiz doktorlara , kenar mahalle estetisyenlerine botoks yaptırmış emekli teyzeler gibi ifadesiz yüzümde , yanağımın üstüne düşmek için gözümün kenarında beklemekten katılaşmış , çapağa dönmesine ramak kalmış göz yaşlarımla , etrafıma çaktırmadan usulca çekirdeğimi yemeye devam ettim.
Sonra bir rahatlama geldi, oh dedim. Demek ki bende de öyle derin bir yeri yokmuş. Tam o anda evren devreye girdi, hayır böyle durumlarda bu evren neden benimle bu kadar uğraşıyor henüz buna da bir anlam verebilmiş değilim. Bir arkadaşımdan gecenin bir körü, Model'le Emre Aydın düetini dinledin mi kalk çabuk dinle diye bir mesaj aldım.
Sevgili evren üşenmemiş, dünyada bu kadar pislik, acı çekmesi gereken insan varken , beni seçip arkadaşımı görevlendirmiş. Şarkıyı açmamla ne zaman sabah oldu bilmiyorum. Herhalde yüz kere dinledim.
Şu an bunu yazarken de aynı şarkının tesadüfen karşıma çıkmış olması da evrenin hala benimle yakından ilgilendiğini gösteriyor... Sağ olsun!
Kendime de kızdım bir yandan, benim kıza mesajları attığım gece Bay Tarçınlı Kahve kızıp kalp krizi geçirip ölmüş olabilir mi senaryom bile oldu. Acı çektim, sevdiğim adamı öldürdüm diye...
Ben ne zaman bu kadar geri zekalı oldum ?
Peki bu kadarla kalmış olabilir mi bu olay?  Tabii ki hayır.
İçimde kalacağına adamda kalsın mantığım yine devreye girdi, hatırlarsanız en son M.A(29)'da devreye girmiş ve hissettiğim ya da hissettiğimi sandığım ne varsa adama sayfa sayfa yazıp fabrikasına yollamıştım. Bence içimde kalsaymış.
Bu sefer de kendimi tutamadım ve Tarçınlı Kahveye bana göre kısa , insanlığa göre uzun, ona göre çok uzun bir mail attım. Boyut konusu kafanızı karıştırdıysa 4 ekran görüntüsü boyutunda diyelim. Yani evet, bilekten dirseğe kadar. Ama bir rahatlama geldi bana onları yazdıktan sonra.
Cevap beklemedim, beklemiyorum, ama o atmaz nasıl olsa diye değil. Bu sefer gerçekten bitsin istediğim için.
Sonra sabah oldu, ve ben çapaklı gözlerim ve kulaklarıma geceden beri yapışmış, adeta 3. ve 4. kulaklarım haline gelmiş kulaklıklarım ve o şarkıyla, kargoya gidip, sipariş verdiğim katina kartlarımı aldım. Eve gelir gelmez de açıp baktım. Yine dönecekmiş Bay Tarçınlı Kahve...
Döner mi ?
Peki içimdeki o 5 senedir hiç susmayan, geri dönecek diyen sesin hala susmamasına ne demeli?
Ona da soruyorum döner mi?
Dönmesin.
Döner mi ya?
Ya ben dedim diye özleminden ölür de yine de dönmezse?
Dönmesin.
Bir daha gitmemek üzere dönmeyecekse, dönmesin!


11 Aralık 2014 Perşembe

Kıskanınca beynime oksijen gitmiyor...

Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi , kendimden beklenmeyecek şekilde kısa ve sessiz vedamla bitmeliydi dimi?
Yok öyle bir şey...
İki gün öncesine gidelim...
Bay Tarçınlı Kahve'de o akşam facebook'ta bir hareketlenme , şarkılar paylaşılıyor, durumlarım beğeniliyor. İçimdeki ergenin kalbini tam 12'den vuracak hareketlerle egom okşanıyor... Sitem'i paylaştığı anda yok artık dedim... Ben Kırmızı Kafa' ya  şarkıyı dinletip, "dünyanın o son günü sen beni arayacaksın" kısmı gelince aklıma hep, Bay Tarçınlı Kahve'nin geldiğini söylemiştim...
Tam bu nasıl bir kader birliğidir diye felsefi düşüncelerime dalmışken, adam bana mesaj attı. Ve 5 senenin finali ancak böyle itiraflarla olurdu denebilecek konuşmalar yaptık...
Yalnız belirtmem lazım, bana ne zaman seni seviyorum dese, daha önce kimseden duymamış gibi oluyorum...
Aşığım öyle böyle değil diyeceğim ama siz zaten artık unuttum dediğim zamanlarda bile ne kadar çok sevdiğimi biliyorsunuz... Başkasını seviyorum dediğimde bile, onu sevdiğimi de...
Neyse sonuç olarak o kızla da yediği haltları bir bir anlattı o gece, neden bu hayvanlığı yaptığı kafanızı kurcalıyorsa eğer, onu silmem ve ondan nefret etmem için böyle bir yol seçmiş beyimiz , bense sadece afiyet olsun demekle kalmış olsam da , kudurdum. Nefret et benden diye yalvardı beyinsiz.
Seninleyken kendimi çok güçsüz hissediyorum dedi bana...
Yerin dibine geçmek , dünyanın en ezik kızı olmak istedim o anda...
Güçsüzüm ben ya gel bile dedim de yemedi.
Gecenin ilerleyen saatleri yüz kere tarot bakıp tatmin olmayarak, ertesi gün de bütün Anadolu Yakası'nda Katina Aşk Tarotu kartları aramakla geçti. Hanginiz tükettiyseniz bir tane bile kalmamış....
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Ben o evli çift olan arkadaşlarından hep kız olanının profiline bakıyordum. Elim çarptı çocuğun profiline girdim ve ctesi gecesine ait Bay Tarçınlı Kahve'mle o kolları kaslı kızın yan yana fotoğrafını gördüm. Beynime sıçrayan kanı üst üste iki meditasyon seansıyla , odamda yaktığım el yapımı doğal tütsülerimle bile vücuduma geri gönderemedim.
Sonra kendi kendime dedim ki, Takıntı, bu ctesi çekilmiş bir fotograf, adam profiline bile koymamış, belki de ayrılmıştır. Çünkü madem bana aşıksın hayvan herif, madem beni sevdiğin kadar kimseyi sevemeyeceksin Allah'ın en tatlı belası, o zaman yalnız ol, ama yok, karı bunun paylaştığı komik bir şeyi beğenince anladım ki bunlar birlikte...
Yine de teyit amaçlı sordum birlikte misiniz diye, okudu ve cevap vermedi....
Başlıkta da belirttiğim gibi kıskanınca beynime oksijen gitmiyor.
Kıza konuşmamızı yolladım.
Ve anında engelledim.
Pişman mıyım? Hayır.
Mutlu muyum? Hayır.
Amacım kızı üzmek mi? Hayır.
Bay Tarçınlı Kahveyi üzmek mi? Hayır.
Aşık mıyım? Evet.
O zaman ben suçlu değilim der sıvışırım ben.
Yedikleri bokları da hiç mi hiç umursamıyorum ama o yan yana fotoğrafta çok güzel gülüyordu ve o gülüşü canlı canlı yanında oturup görmek de benim hakkımdı.
Kimse kusura bakmasın.
Ayrıca sinemaya da gitmedik hiç ....
Tamam yatıp kalksın, ama el ele o filmi izlemeselerdi.
Benim onunla yürümek istediğim yollarda , kimse yürümeseydi onunla.
Çok sevmek insanı çirkinleştiriyormuş, çok sevmeyin...

                     "Ben anladım ki, bu adamı severken kendime hiç yakışmıyorum...."

29 Kasım 2014 Cumartesi

Bir daha tarçınlı kahve mi? Tövbe!

Kafamın içinde Sertab Erener umrumda değil iyi ki bitti, omuzlarımdan koca bir yük gitti diye haykırıyor gece gündüz, arada bir Halil Sezai İsyan diye bağırıyor. Keşke aptal olsam, içimden fışkıran hafiyecilik oyunu aşkı olmasa diyorum. Yok abarttım o kadar değil. Ama keşke o kolları kaslı erkek tipli kızla İncir Reçeli 2'ye gitmeseydi diyorum. Ben o filme Kırmızı Kafa'yla gittim. Hemcinsim olmasına rağmen , film yarım saat daha sürse birbirimize hallenecektik. Sen bunu bana nasıl yaparsın? Diyemiyorum...
Kimim ki ben diyeyim?
Hikayenin başına döneyim hemen...
Bay Tarçınlı Kahve'mizin çok yakın evli çift arkadaşları var. Bu tehlikeli çift yüksek ihtimal adamımıza bu profilinde yüzünü göstermeye utanan, kaslı kollarını sergileme merakı olan kızımızı -nerden bizim oluyorsa pislik- ayarlamaya niyetlendi. İlk akşam, kahve içildi, kahvenin yer bildiriminin altında dörtlü yorumlaşmalar yapıldı. Gece açtım whatsapp'ta adamın sayfasını bekledim, habire çevrimiçi oldu. Dayanamadım yazdım. O bahsettiğin kıyafeti Kübra giysin bundan sonra diye... Ve çok eğlenceli bir şekilde mesajlaşıldı. Hatta bildiğin açıklama bile yaptı bana, kızla alakası olmadığına dair. Evet , başkası dese inanmam, salak değilim, ama O deyince inanırım, O'na özel salak olduğumdan değil. Çünkü O yalan söyleyecek kadar küçülmedi hiç, ve küçülmezdi, yalan söylemesini gerektiren bir konumda da değildik. İnandım.
2 gün sonra...
Önce bir kafeye, sonra filme , sonra da rakı içmeye gitti bu 4'lü grup...
Ve ben O'nunla hiç sinemaya gidemeyeceğimi düşündüm. Hiç öyle hayaller kurmadığımızı, sığ hayallerimizi düşündüm. Hiç sinemaya gitmek istemedi benimle, ve o böyle filmleri de sevmez , bunu düşündüm.
Son mesajımı attım;
"İsteyince İncir Reçeli'ne bile gidebilen biriymişsin, Hoşçakal."
Ve cevap vermedi, rakı içmeye gitti, kaslı kızla.
Peki noldu sonra?
Sabah uyandım, eksikliği yoktu, O bana mesaj atmaya başladığı günden beri kim mesaj attıysa, tek bir karşı cinse cevap bile vermemişim bunu fark ettim.
Bu kadar sadakate gerek yoktu tabii ki, ama severim abartmayı ben.
Ben anladım ki, yarım kalmak bizim için yazılmış bir hikaye, kaç kere baştan yazarsak yazalım, sonu hep aynı. Olmuyor.
O kızla durumu nedir bilmiyorum. Açıkçası umursamıyorum da, bunu yazarken ben bile kendime inanamıyorum, hücrelerinde yüksek dozda merak barındıran ben, bunu gerçekten umursamıyorum. O ya da bir başkası , kim olursa olsun, gitsem, ağzını burnunu zımparalanmamış duvara sürtsem neye yarar? Bıyıklarını aldırdığı yerle anlaşıp, ağdayla dudağını yaksam? İple kaşlarını alan kıza rüşvet versem, aradan kirpiklerini de götürse, aylarca badem yağı, sarımsak, hint yağı sürse, gözleri yansa, ağlasa , gittikleri mekanlarla anlaşsam, sahte rakı içirtsem kör etsem, bacaklarını kırdırsam, köpekle kovalatsam, yediği yemeğe kıl koydursam, gittikleri sinemaya osuruk bombası attırsam n'olur?
Bi dakika yalnız güzel olur...
Neyse, değmez .
Çünkü ne o kız ne de bir başkası değil 5 senedir dönüp dönüp aradığı.Bununla övünmüyorum, buna güvenmiyorum. Bir daha gelir mi , bilmiyorum. Ama ben O'na bir daha gitmem biliyorum. Bu da bana yetiyor.
Belki de sadece kendi senaryom bu, belki de sadece arkadaşlar ve ben gereksiz bir senaryoya kurban ettim bizi....
Ama demek ki eksikmiş bir şeyler.
Ben sadece aramasını beklemişim, ve aramış.
Ya da böyle sayalım, ve unutalım. Unutalım der demez unutalım.
Tarçınlı kahve de içmem ben bir daha!
Yoluma bakarım.

Derken adam yer bildirimimi beğendi ya....
Bu beni nikah masasından bile kaldırır!

22 Kasım 2014 Cumartesi

Bayan Gadget

Ben anladım ki, benim hobilerim arasında dedektifçilik oynamak var. Canım sıkıldıkça insanları didikliyorum. Tamam , eski sevgilidir, aşık olunan adamdır, o adamın etrafındaki bütün kızların profilleridir, efendime söyleyeyim kankalarıdır , bunlar araştırılır bu normal...
Ama bunun bir tık üstü nasıl bir hastalığa giriyor ben bilmiyorum...
Bende bir nevi meditasyon etkisi yaratıyor yalnız onu söyleyeyim. O derin araştırma anlarımda , ağzımda asla not almayacak olmama rağmen kalemim, dağınık topuz saçlarım ve önümde kahve bardağımla adeta bir profesyonel gibi işime yoğunlaşıp en az bir saat o konumda kalıyorum. Bu bana aniden gelen bir istek olduğu için muhtemelen saçma sapan bir pozisyonda oluyorum ve eğrilip bükülmüş dizlerim , popomun altına alıp oturmaktan yamulan ayaklarımın sızlamasıyla o derin meditasyona geçmiş halimden zar zor sıyrılıyorum...
Neyse bu ayrıntılı tasvirden sonra gelelim son dedektiflik hikayemize....
Şimdi evet tabii ki Bay Tarçınlı Kahve ile o ilk mesaj attığı günden bugüne haftanın muhtelif akşamlarında bazen uzun , bazen onun uyuyakalmasıyla çat diye biten , özledimli, sen başkasınlı mesajlaşmalarımız tam gaz devam ediyor. Ama benim ondan önce de bir hayatım ve malum alışkanlıklarım vardı değil mi?
Bol kusmuklu seviyeli birlikteliğimin ana karakteri M.A(29) , instagram son aramalarımda kayıtlı ve çakma twitter hesabımda favorilere eklenmiş durumdayken, ve ben yaklaşık iki aydır her gün günde 10-15 arası bir sayıda bu adamın hesaplarını didiklerken haliyle o el oraya gidiyor...
Yalnız belirteyim, sadece merak.
Ama güçlü bir merak.
Adam bir tweet atıyor, Kırmızı Kafa'yla başlıyoruz dalga geçmeye, tabii kendi aramızda, ama aradan bir saat geçmeden adam attığı tweeti siliyor. Bu bir kaç kez oldu. Yazıp yazıp yollamadığı mektuplarla ilgili bir tweet atmış. Ben tutturdum bu hala gurbetçi bavulu kıçlı kıza mektuplar yazıyor diye, artık öyle acıdım ki, sevabına ben gidip konuşayım diye bile düşündüm.Kız yan sokağımda oturuyor.
Neyse...
M.A(29) beyimiz 4 gündür sosyal medyada tek bir harekette bulunmadı.
Ne bileyim instagrama ağlak bir video olsun, giderli bir tweet olsun, yok!
Bu arada da onun hesabından beni takip eden 104B takipçili, kitapları olan  bir şair gözüme gözüme batmaya başladı. Adamın tek bir fotoğrafı yok. Arkası dönük bir fotoğraf, Google'da onunla ilgili kaç sayfa haber varsa hepsini okudum. Ve hemen ilişkiyi kurdum. Bence bu adam M.A(29) takma isimle kitap bile çıkarttı, takipçileri de satın aldı, zaten iyi de yazıyor, ünlü de oldu, ama bence kesin bu o. Bunu Kırmızı Kafa'ya anlattım. Önce deli dedi ama sonra biraz biraz kafasına yattı. Şimdi elimizde arkası dönük bir fotoğraf var ya, bu fotoğrafı aldım ben, bir de instagramdan M.A(29)'un deri ceketli bir fotoğrafını aldım. Ceketleri kıyasladım, saçın arkadan duruşunu kıyasladım, kotun popoda duruşunu kıyasladım. Büyük benzerlikler var. Bir de diyelim o değil, neden hem beni hem M.A(29)'u takip ediyor? Çok şüphe çekmesine rağmen, olayı delillerimle kanıtlayamadım. Ama merakıma da mani olamayıp bu yazara mesaj attım. Senin hiç bir yerde yüzün yok. Senin adın gerçek mi? Sen gerçek misin? Değilsen kimsin ? diye...
Okurken hiç , o olsa söyler mi ne soruyorsun, demeyin...
Zaten cevap vermedi, ama eğer oysa bence artık benden fazlasıyla korkuyor.
Kafamda senaryo yazmış olma ihtimalim %99 farkındayım. Ama ya %1?
Bu arada adamdan hala bir aksiyon yok, ben en son olayı içimde baya bir dramatize ettim ve instagram fotoğraflarının altında baş sağlığı, nur içinde yat, daha çok gençti gibi yorumlar aradım. Gerçekten öldüğünü düşündüm. Babasının facebook hesabına da baktım.
Yaşıyor, yollayamadığı mektuplarının içinde boğulamamış daha...
Benim tavsiyem, mektupları bir şişeye koyup üstüne otursun.
İyi gelir!


10 Kasım 2014 Pazartesi

Kahvenizi nasıl alırdınız? Bence tarçınlı olsun...

Bundan bir kaç ay önce her akşam düzenli olarak didiklediğim Bay Tarçınlı Kahve'nin facebook hesabından babaannesinin öldüğünü görmüş ve üç gün bunun karın ağrısını çekip en sonunda da insaniyet namına! kendisine facebook'tan baş sağlığı mesajı göndermiş, acaba bu muhabbetimizin bir başlangıcı olabilir mi ümidiyle uykuya dalmış ve sabahında "Eyvallah, sağolasın" mesajıyla karşılaştıktan sonra kendisi için sadece bir askerlik arkadaşı olabileceğimi, cinsiyet değiştirip onunla askere gitmeyi, sonradan da onun askere gitmeye niyeti olmadığını ve benim onunla asker arkadaşı bile olamayacağımı düşünmüş, yıkılan hayallerim ve istenmemenin verdiği hırsla kabuğuma çekilmiştim.
Sonrası malum, M.A(29) 'la bol kusmuklu , başlangıcı benim yüzümden , sonu onun yüzünden tiksinç, seviyesiz, iğrenç, bir yandan da çok bol aşklı serüvenim... 
Yalan söyleyemeyeceğim, adam o gün bugündür aklımdaydı, hatta bir ara o kadar derin yaşadım ki olayı, Bay Tarçınlı Kahve'yi bile sevmemişim dedim. Yok daha neler...
Ama hak verin bana da, o kadar kusunca beynime kan gitmemiş olabilir, adama da aşk mektubu yazıp fabrikasına yolladım sonuçta...
Geçen bende kalan kopyasını okudum, o ben değilim... Bence gece uykumda başkasının ruhu geldi de girdi, yazdı. Ezik bir ruh. Hissettiklerimin arkasındayım, çok güzel şeyler de yazdım , hiç mütevazi olamayacağım ama ona yollamadım o ayrı...
Neyse dönelim konumuza...
Geçen hafta, yine gereksiz ve saçma sapan bir sebepten dolayı şehir dışındayım, Çanakkale'de hayatımın en anlamsız gecelerinden birini yaşıyorum, dünyaya olan tüm hırsımı çekirdek kasesinden çıkartıp, çekirdeklerle dövüşe dövüşe hayatımı sorgularken, messenger sesini duymam da bende açıkçası pek bir heyecan yaratmadı. Kırmızı Kafa bana oradan yazar hep, göz ucuyla ne yazmış diye bakayım dememle ekrandaki baloncuğun içinde Bay Tarçınlı Kahve'nin kilo aldığı için toparlaklaşmış suratını gördüm. Yine de bana mesaj attığını düşünmedim... Ben arada bir neden bilmem eyvallah, sağolasın mesajına açıp açıp bakıyordum.  Romantizm anlayışım bu kadar benim de...
Bir güzel adamın baloncuğunu ittim, Kırmızı Kafa'nın mesajlarını didiklemeye başladım, hani kızın yazdığı mesaj nerde diye...
Ve o anda beni bir titreme aldı, ellerimin titremesinden dokunmaktik telefon kilitlendi. Beynim de kilitlendi ayrıca... Evet, Bay Tarçınlı Kahve bana mesaj attı, messengerdan ,whatsapp'a terfi ettik aynı gece. Facebook'ta arkadaşım artık. Ordan burdan didiklememe gerek kalmadı, ama nasıl bir alışkanlık olmuşsa ben hala oradan buradan didikliyorum da , adamın kendi profiline girip bir şey yapmıyorum. 3 gün çok güzel mesajlaştık, sonra da sesi kesildi ama bu bile koymadı bana. İçime nasıl bir rahatlık geldi anlatamam. Dile kolay, 1.5 sene bekledim ben bu mesajı. Haykıra haykıra söyledim Sezen Aksu'nun şarkısını "Dünyanın o son günü sen beni arayacaksın " diye...
Eski günlere gittim hemen... Ve en kötü anımızı bile düşünürken yüzümde aynı gülümseme...
Ben sen yokken çok aptal şeyler yaptım Bay Tarçınlı Kahve...
Hayatımın en berbat günlerini yaşıyorum ama sen her seferinde bana mucizelerin var olduğunu , hayatta imkansızın olmadığını hatırlatıyorsun...
Senin istediğim an mesaj atabileceğim yerde olman bile öyle büyük bir şans ki benim için...
Ne yapsak, bitmiyor. Ve anladım ki aynı şeyleri yapmışız yokluğumuzda...
Benim de haberlerim alınmış etraftan, benim profilim de didiklenmiş, başkalarına gidilmiş , olmamış. Aynılığımız bile içimi ısıtıyor benim. Şu her şeyle dalga geçtiğim blogu bile aşktan ağzını yaya yaya konuşan, nazlı kız bloguna döndürdüm iki dakikada. 
Bir daha biziz der miyiz bilmiyorum, ama demediğimizde de öyleymişiz. 
En mutlu günlerimin adamı, iyi ki mesaj atmışsın sen bana...
Ama atmaya da devam et yani !!!! hıh!


Not: Bu adam 3.kez onca yaptığım saçmalığa rağmen bana mesaj atıyorsa, herkes geri dönecek rahat olun :)))  

6 Kasım 2014 Perşembe

dikkat dikkat:)

Hic huyum olmamasina ragmen telefondan son dakika haberi bildiriyorum, yazim hatalarindan oturu simdiden ozur dilerim lakin ;
BAY TARCINLI KAHVE YAZDI ! SU AN MESAJLASIYORUZ :)
Optum:)

25 Ekim 2014 Cumartesi

İlk buluşmada yapılmaması gerekenler mi?

İlk buluşma...
Sıkıntılı, eğer akşam olacaksa sabahtan insanın tüm hücrelerine yüksek dozda endişe yükleyen, buluşma anı yaklaşırken muhakkak tersliklerin yakana yapıştığı o meymenetsiz ama bir o kadar da hoş gün...
Mesela ben hazırlanırken son ana kadar adamın işi çıkacağını ve gelmeyeceğini düşünerek içimi karartmam, yok yok hiç karartmam, içimde endişe kumkuması mı var benim?
Yok değil mi? Sizde de olmasın... O adam buraya gelecek.
Geldi sizi aldı evinizin önünden...
Arabanın içinde mi oturuyor? Yoksa dışarı çıkmış mı? Çıkmışsa aldanmayın bu duruma, arabada sıkılmıştır, hemen kaptırmayın kendinizi , ne kibar adam bu böyle, arabanın dışına çıkıp beni bekliyor deyip de yelkenleri saniyesinde suya indirmek size sonrasında hayal kırıklığı , göz yaşı , uykusuz geçen akşamlar olarak geri dönebilir. 
Ay çok kötü niyetli konuştum...
Olsun siz yine de hemen indirmeyin o yelkenleri suya...
Arabada çok konuşmayın , çaktırmadan adamı izleyin, ama az da konuşmayın, dozunu ben henüz tam kelime sayısı olarak ayarlayamadım çünkü ben hep çok konuşuyorum orayı da siz ayarlarsınız diye düşünüyorum.
Mekana gelindi, yemek yenecek. Sipariş konusu da sıkıntı. Benim gibi şundan istiyorum ama şurası şöyle olsun , burası böyle olsun diye, yemek siparişi yerine içinde giriş gelişme ve sonuç barındıran  kompozisyon yazanlardansanız, bu gecelik buna ara vermeniz hepinizin hayrına olacaktır,kulüp sandviç istiyorum ama içinde jambon olmasın, kaşar kafi ama lütfen parçalanmasın,yanındaki patatesler çok sıcak olmasın ama yağ da kokmasın, salatalık ve domatesin de kabukları soyulsun, hatta bunu üç katlı hazırlamayın o iki katlı da güzel gibi şeyler demeyin mesela, adab-ı muaşeret kurallarına göre siparişimizi esas oğlana söyleyeceğiz ve garsona o iletecek ya, standart bir erkeğin böyle bir kompozisyonu aklında tutması , adamın o gece size evlenme teklif etmesinden daha düşük bir ihtimal, üstelik o sipariş muhtemelen yanlış gelecek ve siz de benim gibi biraz asabi yapıdaysanız siniriniz bozulacak, geri gönderilen tabakların ilişkinin gelişimindeki negatif etkisi düşündüğünüzden daha yüksek.
Adam içinde soğan, sarımsak vb. kokulu maddeler barındıran bir yemek siparişi veriyorsa , boş hayallere kapılmayın, sizi öpmeyi düşünmüyor. Tamam siz de benim gibi Kezban olabilirsiniz, zaten ilk buluşma bu neden öpüşelim diyor olabilirsiniz ama bir erkek de bu ihtimali düşünmüyorsa, sizden hoşlanmamış olabilir. Bir erkek ve öpüşmeyi bile düşünmüyor? Çok fena...
Makarnayı kaşık çatal ikilisiyle yemeyi beceremiyorsanız spagetti siparişi vermeyin,çenenizden gırtlağınıza akan sosla tahrik olmak yerine midesi bulanabilir, çin lokantasındaysanız ve chopstickle yemek yemeyi beceremiyorsanız tahtadan dişlerim kamaşıyor bana çatal bıçak getirin deyin, çaktırmadan çantanıza atın,çok güzel topuz yapılıyor, kırmızı ruj sürdüyseniz hamburger yemeyin, ruj illaki çeneye bulaşıyor. 
Niye olduğumuz gibi davranmıyoruz demeyin, olduğunuz gibi davranmak kadar saçma bir şey yok. Evet bir gün illa ki öyle davranacaksınız ama o adam size aşık olduktan sonra... Yani iş işten geçtikten sonra... Çünkü muhtemelen o zamanlarda o adam da yemekten sonra sizin suratınıza geğirmekten çekinmeyecektir.
Adam siz yer bildirimi yaparken kendisini etiketletmiyorsa kudurun, hala eski sevgilisine dönme ümidi olabilir, ya da ayrılmamış olabilir, her şekilde başkası var , ama aklında ama kalbinde ama hayatında...
Ama kendisi de büyük bir hevesle yer bildirimi yapıyorsa işkillenin, belki de birini kıskandırıyordur. İyi analiz edin, adam sosyal medya manyağıysa günahsız da olabilir. Zaten buluşmaya gitmeden önce bütün sosyal medya hesaplarını didikleyip, 7 ceddini öğrenip, google aramasında son sayfaya kadar gitmemiş olamazsınız. Öyleyseniz adam evlensin zaten sizinle, böylesini nereden bulacak? 
Gelelim içki meselesine, o gece her zamankinden daha dayanıksız olacağınızı aklınızdan çıkarmayın, arkadaşlarla sünger gibi olan o muhteşem bünyeniz o gece size illa ki kelek yapacak. Hafif içkilerden az az alalım...
Hatta çıkışta başka mekana gidilecekse yemekte alkol almamak bence en mantıklısı. 
Kafayı bulup eski sevgilinizi anlatmaya başlayabilirsiniz, aşkınız depreşirse ağlayabilirsiniz, karşınızdaki adam yanlış insan olabilir ama o güzel kafanızla adamı hayatınızın aşkı sanabilirsiniz, ve ve ve ...
Kusabilirsiniz.
Bulunduğunuz mekana kusabilirsiniz, adamın arabasına kusabilirsiniz...
O gece ne olursa olsun evinize dönün bu arada. En önemli kısımda bu olsa gerek...
Tabi istisna durumlar da var, diyelim ki basiretiniz bağlandı ve arabasıyla , parasıyla kız kaldıran bir p.ç kurusuna aşık oldunuz , kendinizi alı koyamadınız, buluştunuz ya da o p.zevenk tarafından  bir şekilde farklı olduğunuza inandırıldınız....
O arabaya direkt kusun. O kaşarların bir kaç kez binebilmek için kudurduğu ve dünyada böyle insanlar olduğu için bu adamların poposunun bulutlarla selamlaştığı bu düzene tepki adına arabanın her köşesine kusun. Adamın üstüne de kusun. Denk getirebiliyorsanız suratına da kusun bence. 
Çünkü bu şu demek oluyor "Ben senin velinimetlerine ancak  bunu yaparım".
Bulunduğunuz mekanı da iyi araştırın, eğer eski sevgilisiyle özel bir mekanlarıysa oraya da kusun. Hem rezil olur, hem de anılarının sonuncusu siz olursunuz, aklından nasıl çıkartsın adam o anı?
Muhtemelen bir daha oraya gitmeyecek ve eski sevgilisiyle anılarını yad edemeyecektir, oh olsun.
Ve sabah....
O akşamı unutun, çünkü basiret bağlanması da bir yere kadar değil mi? Hemen kendinizi toparlayın ve bu adamı bir daha aramayın. Hatta telefonlarına bile çıkmayın, ayrıca kol kadar mesajlar atmayın.
Ve pişman olmayın.


23 Ekim 2014 Perşembe

Adil mi?

Geçen gece yine sosyal medya üzerinden derin araştırmaların içinde boğulurken evren beni çok başka yerlerden hırpaladı. Ben bayan gurbetçi bavulunun profilini didikleme niyetiyle adının ilk harfini yazdığım anda karşıma Cedric'in anasına benzeyen sevimsiz sevgilisinin profili çıktı. Tam da bayan gurbetçi bavulunun altında. Normalde dönüp bakmam bile , umurumda değiller listesinde başı çeker lakin profil fotoğrafından Cedric'le sözlendikleri sonucunu çıkarttım, yorumlarda Allah tamamına erdirsin gibi saçma temenniler vardı. Erdirmesin arkadaşım. Hayır sana ne demeyin. O hayvan bana o kadar eziyet ettikten sonra mutlu oluyorsa bu Evren yanlış işliyor. Adil değil. Sürünmesi gereken adamlar bir bir yuva kurarken, ben gayet yalnızım.
Gerçi bu da benim saçma tercihim. Bak kör topal demeden buluyorlar birini, birbirlerini ağırlıyor bunlar.
Ben n'aptım peki bu arada?
Ben o dediğimi yapamadım, kör topal deme kap birini gelmişsin 29 yaşına demeyin, o kör topalları şutlamakla uğraştım ben bir hafta boyunca...
Öncelikle sosyal medya uzmanlığı kursundan kalma bir hikayeyi noktalamak için üstün bir başarı gösterdim. Adam yüz yılın yüzsüzü çıktı.
Bundan üç hafta önce normal bir geyik mesajlaşmasıyla başlayan serüvenimiz, git gide her gece sen nasıl olsa uyumuyorsun hadi mesajlaşalım moduna geçti. Halbuki ben , her akşam düzenli olarak adamı ezdim. Allah'ım ben onda tüm aşklarımı temize çektim, ama kötü anlamda tabii ki. Kime kinim varsa o salaktan çıkarttım. Ama gerçekten salak. Biz buna kaptan mağara adamı diyelim, kendisi o tipte bir yavşaktı. Artık beni konuşturabilmek için nasıl bir çabaya girdiyse  en son Tanrı'nın varlığını, kaderi bile sorguladı. Şarkı yolladı, dinlemedim, kitap önerdi , ilk okulda okudum dedim, hakaret etti, insan içinde ne varsa dışında onu görürmüş bile dedim. Kavga bile etmeye tenezzül etmedim. Hoş beni iyi oyunlar bilir, ben biriyle kavga ediyorsam, ona çok önem veriyorum demektir. Bu yavşak kaptan mağara adamıyla hikayemin sonlandığı an ise bam başka bir mevzu içerisindeydik.
Kırmızı Kafa'yla İncir Reçeli 2'yi izlemeye gittik, eve döner dönmez Halil Sezai dinlemeye başladık, ve kendimizi şaraba vurduk. İçimizdeki aşık fışkırdı. Ben M.A(29)'un telefonunu Allah'tan silmişim ya dedim ve 3 saniye içinde adamın telefonu bana Kırmızı Kafa'm tarafından bulundu. Sadece 3 saniye...
Kafam güzel, fonda Halil Sezai, ama adama mesaj atamam , adam beni engelledi.
Kırmızı Kafa adama mesaj attı benim yerime, Allah'ım nasıl geri zekalıyız o anda, Allah'ım sen çok büyüksün, adamın numarasının başına 0 koymadığımız için mesaj gitmedi. Ve tam biz bunun stresini yaşarken kaptan mağara adamı bana mesaj atınca ben tüm dünyaya olan sinirimi bu yavşaktan çıkartıp, sildim, engelledim.
Yalnız bir şeyi anladım, erkekleri ezin, kötü davranın, tersleyin, ilgisiz davranın, her an mesaj atıyorlar.
Bunu ben sadece umursamadıklarıma yapabiliyorum o ayrı...
Sonra bu M.A(29)'dan önce bu blogda hiç bahsetmediğim, hiç bir şey hissetmememe rağmen bu adam çocuklarımın babası olmalı ruhuna girip, onun soy adını aldığımda hangi meslekle ilgilensem soy adıma yakışır hayalleri kurduğum bir adam vardı. 37 yaşında olmasına rağmen bir ergen gibi davranması sonucu hiç düşünmeden harcadığım, o mesaj attı.
Yüz bulamadı.
Sustu.
Ben de böyleyim işte, öylesine biri olsun diyemiyorum.
Bak M.A(29) olsaydı öylesine olmazdı. Ama o da geçti gitti.
Varsın, sözler, nişanlar, istemeler, düğünler, nikahlar benim eski sevgililerimin olsun.
Ben sadece aşk istiyorum.
Yepyeni ve gerçek olsun, eskileri çöpe attım ben.

Bay Tarçınlı Kahve de dahil!

11 Ekim 2014 Cumartesi

Biri Gelse...

Gelse de şu kafamı toplasa azıcık...
Sabah uyuyorum resmen, akşamüstü uyanıyorum, nedendir bilinmez pek de bir sakin uyanıyorum. Kahvemi sessiz sakin içiyorum, halbuki benim sabah kahvemi içene kadar aşırı sinirli olmam lazım , bu sakinliğim kafamı karıştırıyor.
Kimi özlediğim de belli değil. Aşirete 10 tane kız evlat vermişim gibi hissediyorum kendimi. Arada hala Bay Tarçınlı Kahve'nin facebook profilini elimden geldiğince didikliyorum. 2 sene sonra profil fotoğrafını değiştiren adamdan facebook'ta nasıl bir aksiyon bekliyorsun demeyin çünkü geçen gün çok romantik bir şarkının nakaratını paylaşma gereği duydu kendisi... Kendi kendime bana paylaştı bana paylaştı diye diye götümü kaldırdım. O kadar eziğim bu günlerde... Yine mi o çocuk demeyin çünkü gerçekten onu artık hiç sevmiyorum. Üstelik çok kilo almış, dolunay gibi suratı var, göbek maşallah benim son takıntımın eski sevgilisinin gurbetçi bavulu kıçıyla yarışır durumda. Bu arada onunla da ortak noktamız eski sevgililerimizin belli uzuvlarındaki yağ oranlarının fazlalığı sanırım. Başka da ortak noktamız yok sayın M.A(29)'la. Allah'ım o nasıl bir insan yavrusudur ki bana sabaha kadar seni seviyorum diyen insan, dönüp de valla hatırlamıyorum, tamam sana ölürüm dedim ama seviyorum dediğimi hatırlamıyorum gibi embesilce bir açıklama yaptı. Ulan seviyorum dedin, dememiş olsaydın da sabaha kadar benim için ölmüşsün. Geber lan. Neyse atarlanmamam lazım, stres erken yaşlanmaya sebep oluyor. Ben buna pipi bağlama büyüsü yapsam yeridir sevgili okuyucularım, lakin büyü yapmayı bilmediğim gibi, yapsam korkudan altıma sıçacağım için böyle bir şeye kalkışamıyorum. Fazla fal bakınca bile üç harflilerin gelme ihtimaline karşı ışığı açıp yatan insanım ben, benden büyücü olmaz. Hem banane kimi çükecekse çüksün. Bir de bu vatandaş kavga ettiğimiz gün beni facebook'tan engelledi, yetmedi telefonundan da engelledi. Ay o facebook'ta devlet sırrı mı saklıyordun da benim görmemem lazım. Üç tane keskin bakışlı fotoğraf, dört video, bir kaç şiir . Nedir yani? Allah'tan incelememişim.... İncelesem? Neyse telefondan engelleme kısmına gelince , ben adamın telefonunu sildim. Çok mühim bir şey olursa fabrikayı arar dahili numarasını tuşlarım artık napalım....
Bay Tarçınlı Kahve'ye dönelim....
Yani konu olarak tabi, yalnız dönelim deyince de bir içim ısındı ki benim...
Sevmiyorum ama hayatıma ondan sonra girmeye çalışan, girip çıkan, girip unutan kim varsa bana onun sevgisinin masumiyetini ispatlamaktan başka bir işe yaramadı. Nasıl bir lanetse bu ne o ne de ben birbirimizden başka kimseyle "bir" olamadık. Onunla da olamadık.
Geri dönse bir daha dener miyim sorusu fazla cevapsız kalır şu an. Zaten dönmez, adamın ağzına nasıl sıçtıysam ayrıldıktan 4 ay sonra bile en yakın arkadaşı hala nasıl sıçtığımı anlatmaya çalışıyordu. Bana kalsa ben bir şey yapmadım...
Ben onu bunu bilmem, ya onunla oturup bi tarçınlı kahve içelim. Ya da adam gibi bir şeyler olsun artık. Seviyorum deyip de unutan , erken bunama yaşamış adamlarla mı bu adamı yok sayacağım ben.
Hadi ordan!

4 Ekim 2014 Cumartesi

Küfürlü iç sesim var, yersen !

Aslında bu gece bu adamı yazmak yerine misafirlikte tuvelete girmenin sıkıntılarını incelediğim bir yazı yayınlasaydım vatana millete daha hayırlı bir iş yapmış olacaktım ama içimi dökmem , kinimi kusmam, nefretimi haykırmam, sonrada hiçbir şey olmamış gibi ağlak aşk şarkılarımı dinlemeye devam ederek günlük yazmam lazım.
Günlerdir sessizliğimin sebebi meşguliyetim. Sosyal medya uzmanı olmak da böyle durumlarda artı mı eksi mi sonuçlar getiriyor çözemedim ama ben bu adamın 7 ceddini, yetmedi o salak eski sevgilisinin 7 ceddini, ev adresine kadar buldum. Hatta babasının annesini kiminle boynuzladığını bile buldum. Burada da fotoğrafı, ve adamın fotoğrafta kadının götüne nasıl baktığını yayınlamak istiyorum ama şahsen topuklarımda delikle çok hoş duracağımı düşünmüyorum. Hem babasının özel hayatından bize ne değil mi? Yalnız bunların ailece gurbetçi bavulu gibi kıçı olan kadınlara ilgisi varmış o fotoğrafla bunu anladım. Yani yamuk eski sevgilisinin sebebi aile geleneğiymiş. Tövbe yarabbim Allah yaratmış ama şimdi bu durum da çirkin şansına oldukça güzel ispat.
Hem ben adamı gözümde fazla büyütmüşüm ya, adamın kuzeninin foursquare fotoğrafı Louis Vuitton'da ayakkabı denerken çekilmiş. Hem babası annesini aldatınca ayrılmamışlar da , ürktüm ben bu ilişki tiplerinden. Hem Hamlet bilgisi de sadece diziden kaynaklı. Ayrıca aynı dizinin evlilik sahnesi Twitter'da paylaşılmış. Doğru gurbetçi bavuluna yetemezsin sen canım diye cevap yazmamak için kendimi zor tuttum.
Ama ben dedim Kırmızı Kafa'yla, Japon'a , bu adamdan bir bok olmaz dedim de, onlar benim kafama su şişesi fırlatınca ben gittim de bu adama aşkımı ilan ettim. Gerçi onlar da haklı, anlatınca pek bir hoş duruyor olayımızın esas kahramanı. Ama içi beni dışı sizi yakar.
Ben birine sadece onu gerçekten sevince söylediğim için, kendisinden sabahlara kadar bu cümleyi duyunca pek bir ciddiye almışım. Ayrıca ben sana ölürüm deyip duruyordu bütün gece, salak gibi ne gerek var yaşa deyip durdum, bence de ölsün bu saatten sonra, madem bu kadar istemiş... Mani olmamak lazım değil mi?
Tamam piç adam iyidir, insana beyin jimnastiği yaptırır dedim, buna hala sonuna kadar katılıyorum, düz adamlarla da yapamıyorum ben ama bu kadarı piçlikten çok daha başka bir gruba giriyor ben şimdi o hakareti etmeyeceğim ama siz gayet güzel anlayacaksınız , benim potansiyeli yüksek canım okuyucularım...
Şimdi bana çok büyük bir haksızlık yapıldı, ben de bu kadar sessiz kalıyorum ya, kendimden de korkuyorum bir yandan. Hayra alamet de değil bu durum.
Eski sevgilisinin masalarını boyadığı kafeye gidip masaları kırıp faturasını bu ruh hastasına mı yollasam, fabrikasındaki parfümleri mi ateşe versem , hacılara hocalara gidip intikamı mı alsam diye düşündüğüm anlar da oldu. O gecenin bir vakti açıp dinlediği salak şiir ve şarkıyı da zamanında o gurbetçi bavuluyla dinlediğini fark ettiğim andan sonra bana bir aydınlanma geldi.
Dedim ki kızım Takıntı , bu adam zavallı...
Sessizce çek git, o seni asla taşıyamayacaktı.
Sonra kendime inandım ve gittim.
İşte hepsi bu kadar.
Ha seviyor muyum?
Onu hiç sormayın,
Oldu bir kere öyle bir saçmalık....

Misafirlikte tuvalete girme konusu kadar boktan bir mevzuyu ve bu boktan adamı okuyup derdimi paylaştığınız için teşekkür ederim.
Sevgiler....

30 Eylül 2014 Salı

Korkunun ecele faydası yok...

 Blogdaki çok çok eski bir yazımın kahramanıyla buluştum ben. E bunda ne var demeden önce hemen şimdi vereceğim linki yeni sekmede açın ve önce onu okuyun yoksa bu yazının tadını çıkarmak oldukça zor olacak...
http://takintinindunyasi.blogspot.com.tr/2013/12/kezban-selamlar.html

 Evet, yazımın bundan sonrasını eski yazımı okuduğunuzu kabul ederek yazmaya devam ediyorum...
Kendisine takma bir isim bulamadım. M.A(29) demek şuan bana çok uygun geliyor, lakin kendisiyle ancak 3. sayfa haberlerine çıkacak durumdayız.
 Biz birbirimizi ne zaman silmişsek facebooktan silmişiz. Aslında ben tahmin edebiliyorum.Bu bir kızla çıktı, o dönem silmiş ,pislik. Ama ben arandım ve kendisini bundan bir ay kadar önce ekledim. Ve bir kaç gün bu niye kabul etmiyor triplerine girerek olayı zamanla unuttum (3günde). Ama geçen hafta pazartesi günü uyandıp da elimi telefona attığım anda kabul edilmiş arkadaşlık talebi artı naber tatlım mesajıyla uyandım. Cumartesi buluşalım mesajımız hafta içinde önce cumaya sonra da perşembe gününe alındı. Evimin önünde , arabasından inmiş beni bekleyen M.A(29)'a gördüğüm anda neden aşık oldum sorusunun yanıtını evrenden hala bekliyorum o ayrı ama gecenin ilerleyen saatleri romantizmden oldukça uzaktı. Neden çocuk öküz mü çıktı derseniz, alakası yok ben çok içtim ve bütün gece kustum, arabasını kusmuk gölüne çevirdim, yetmedi arabanın dışına, eve ve bulunduğumuz her kareye kustum. O da beni bırakıp gitmedi ama, ellerimi yüzümü, üstümü temizledi. Ah ya çocuk kesin aşık bak bu sefer buldun demeyin, çocuk bana ben kendimi o kızdan sonra aşka kapattım dedi. Tutturdu bana sen evlenmeyi çok istiyorsun, sen evlenirsin zaten , ben evlenmek istemiyorum , ben on sene sonra giderim babama söylerim, bana köyden bir kız alır soyumu devam ettirmek için evlenir çocuk yaparım dedi. Yahu, benim alnımda koca arıyor yazıyor mu? Evet istiyorum o ayrı da... Neyse , ben sinir yaptım bu lafları, onun dışında öyle güzel şeyler söyledi ki onların hiç birini takmadım. Bu arada köy falan deyince kendine bir köy ağası buldu bu salak demeyin, dövmeli, gitar çalan, yeri gelince Hamlet'ten de bir parça okuyabilen, hayatta en nefret ettiği şey kusmuk olan ama sizin kusmuklarınızı temizleyen, o çocuğa bence siz de aşık olurdunuz ama ben sizi öldürürdüm :D . Sonra sabah kahvaltısı , ve eve bırakılış...
Uyudum eve gidince ama sonra ne olduysa ben delirmiş gibi uyandım, içimdeki Kezban haykırdı da uyandım. Ve çocuğa bilekten dirseğe kadar mesaj attım, hatta arada çocuk yine güzel şeyler söyledi ve ben onların hepsini çok sonra okuyabildim. Okuyunca da çok pişman oldum, yetmedi en yakın arkadaşlarım Kırmızı kafa ve Japon ağzıma sıçtı, hepsi birden M.A(29)un avukatı oldu. Ben de aldım elime bir defter, yazdım da yazdım ... Verdim kargoya, bu ptesi doğum günüydü yolladım. Ev adresini bulacak bir zamanım olmadığı için fabrikasına yolladım.
Ama rahat duramadım. Pazar akşamı bunun twitter hesabını karıştırdım ve hastalıkla ilgili bir tweet gördüm. Görür görmez de Kırmızı Kafa'nın gazıyla mesajı çaktım. Canım noldu diye. Ve ölüyorum cevabını alır almaz tutan panik atağımın ardından, gel demesiyle yanına uçtum. Kimse için o saatte popomu kaldırmazdım, küpe takmadan bakkala gitmeyen ben , saçımı taramadan adamın yanına ilk buluştuğumuz yere uçtum. Ortada bir ölüm kalım meselesi var mı hala bilmiyorum. Bu sefer de o çok sarhoştu, kuzeni, bir arkadaşı ve biz bütün gece birlikteydik. Kuzeniyle iyi anlaştım, bütün gece M.A(29) 'la el ele oturdum. Yanlarındaki arkadaşa kuzeni tarafından M.A(29)'un kız arkadaşı olarak tanıştırıldım. Yalnız kaldığımızda , gecenin muhtelif saatlerinde toplamda 9 kez seni çok seviyorum dedi. Ben her seferinde eridim. Başka güzel şeylerde söyledi... Çok an var gözümün önünde.
Sonra ne mi oldu?
Sonra adamdan yine ses soluk çıkmadı.
Bu kez değişik olan tek şey benim bilekten dirseğe kadar mesajlarım da yok. Olmayacak da.
Kırmızı Kafa'ya şu cümleyi kurdum; ben Bay Tarçınlı Kahveyi bile sevmemiş olabilirim.

Olamaz mı? Olabilir...

Not: Babannemin 100 kez öldüğünü hatırlamıyor. Ormana götürülmedim.



3 Eylül 2014 Çarşamba

Aşık değilim,olabilirim.

  Evet, garip bir insanım bunu inkar edecek değilim ama bir kaç gündür daha değişik bir ruh hali içindeyim. Bir sabah bir uyandım ki ben aşığım. Kime aşığım o da belli değil. Gözlerimi devire devire elimi alnıma götürüyorum, uzanıp bunalımlı şarkılar dinliyorum, dizi izleyip aşk sahnelerinde iç geçiriyorum. Ağzımı da garip şekillere sokuyor olmalıyım ki, annem en sonunda dişinde bir şey mi kaçtı dedi... Bizim ailede aşka bakış bu olduğu sürece zaten benim bugüne kadar evlenememiş olmam da garip değil değil mi? Garip mi? Neyse şimdi sövemeyeceğim....
  Sövme demişken, sabah böyle kime olduğu belli olmadan aşık uyanınca, facebook'ta da bir gerizekalıya sövdüm, bir insan istisnasız her paylaşıma yorum yapar mı? Üstelik hiç bir cevap almadan. Ve ben en sonunda bu sabah patladım ve açık açık yorumun altına yazdım. Özelden de değil.
  Ayrıca durumumun iyiye gitmediğine karar verip yoga kursu araştırdım ve hemen bulup kayıt oldum. Ve kendim gibi garip soyadımı anlamayan telefondaki ilgiliye ya nasıl olsa evleneceğim, değişecek onun için takmıyorum, evlenirim değil mi? Biliyor musunuz ben 29 yaşındayım? Sizce evlenir miyim dedim. Evlenirmişim.... Öyle dedi.
  Dönelim aşk konusuna....
Biliyorsunuz benim hep bahsettiğim en yakın arkadaşım var, her maceramın ortağı, bu kız artık bir takma adı bence fazlasıyla hak ediyor diye düşünüp kendisine artık Kırmızı Kafa demek istiyorum. Aslında asıl aşık olanımız o, ama bu aşk bulaşıcı mıdır nedir, bana da bir haller oldu. O bütün gece şiirler yazıp yazıp, çocuğa yollayamayacağı için bana yolladı, yolladı derken de yanlış anlaşılmasın, yan odada yatarken yolladı. Ben de bunları okudukça aşk acısı çekmeye başladım. Onun durumu yine iyi, en azından kime aşık olduğu belli. YA BEN?
  Facebook'u açıp bütün eski sevgililerime bakayım da bunları mı özledim anlayayım dedim. Facebook çöktü. Bu evrenin bana onlar değil deme şekli olmalı...  E kim o zaman, ben böyle derin mesajları anlayacak zeka seviyesinde olsaydım, var olmayan birine aşık olup bir de acı çekip bütün gün anamı köy meydanında ihfal ediyorlarmış gibi davranır mıydım? Evrencim.... Ayrıca bu öyle bir aşk ki, bana Tarçınlı Kahveyi bile unutturdu. Bence benim bünyem, kendi kendine böyle garip bir his icat edip , beni kadrolu eski sevgili özleyicilik konumundan afaroz etti.
  Geçen bir arkadaşla aşkı konuşurken kendisi bunun beyinde olan bir şey olduğunu idda etmişti, bu durumda benim beynim yok sayın okuyucu, çünkü yoka aşık oldum ben.
Lütfen siz bulursanız söyleyin...
Ben kime aşık oldum?*********

*** Çağırın da bir gelsin buraya , bir çift sözüm var....

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Dünyanın 8. harikası ....

En yakın arkadaşımın bir arkadaşı var, daha kışın onunla iş görüşmesine gidecekken ben annemle kapışıp kendimi sevgilisinden ayrılmış ergen gibi sahillere vurmuş ve gidememiştim. Arkadaşım da o gün o iş görüşmesinden 8 saat çıkamamış, ben de hafiften atarlanmıştım. Sonra biz bir kaç gündür bu çocuğu anar olduk, andık ya aradı çocuk, yeni bir iş için. Ben de gayet umursamaz ve normal bir şekilde parmak arası terliklerim ve tepeden topuzumla kalkıp gittim... Ve o bizden sonra geldi.
Bence bundan dünyada sadece 5 tane falan var. Çocuk işten bahsediyor, biz arkadaşımla cevap veremiyoruz. Bir de dudaklarını büze büze konuşmuyor mu, öp o anda. Benim gibi rahibe kılıkılı, frijit ruhlu birini bile bu tip düşüncelere iten bu özel üretim o anda bize dünyanın en saçma işini de önerse biz onu dünyanın en büyük harikasını bulmuş gibi görecektik o ayrı ama işler de iyi , dinleyebildiğimiz kadarıyla. Biz orada 3 saat oturmuşuz,çıkınca anladık. Çıkınca avare avare gezdik Kadıköy sokaklarında. Çocukta nasıl bir enerji varsa bizim o hiç durmayan çenelerimize kilit vurdu bu enerji. Sessizce gidip yemeğimizi yedik ve denize dalıp dalıp of çektik. Dünyayı umursamadık o an. Eve gelip saatlerce uyuduk. O an arkadaşımın çocuğu daha önceden görmüş olması bile umrumda olmadı, bu adam insanı dinden imandan çıkartır, arkadaş bile sattırır.
Adam Eylül'de bir gudubetle evleniyor sayın okuyucu, bence bu evrenin bana arkadaşına kazık atamazsın deme şekli deyip Polyanna olmaktan başka şansım yok .
Arkadaşımın annesi telefonda annem de eve gelince siz daha durun dedikten sonra da açıkçası halimiz harap. Hayır bize öyle biri geldi de biz mi hayır dedik? Bir dk. evet sanırım tam da öyle olmuş:( 27'ye kadar aman yeaaa daha kimler çıkar bununla mı evleneyim şimdi diye diye şansımı talihimi kuruttum ben.
Yemin ederim bundan koca olur belki diye muhabbet ettiğim üç çocuğa da trip attım o gün. O'nun kadar yakışıklı değiller diye.
Sonra gerçeklerle yüzleştim ve o özel üretimden aramaya kalkışırsam , annemin benim için battal boy turşu kavanozu araması gerektiğine karar vererek şu sonuca vardım.
"Huzur versin yeter!"
Kısa ama öz yazımı çocuğu sahibine asla ve asla bağışlamayarak ve artık evlensem iyi olacak diyerek bitiriyorum.
Not: Bay Tarçınlı Kahve'yi unutmuşum, geçen gün fark ettim. Gözümüz aydın.

26 Ağustos 2014 Salı

İş Görüşmeleri Olmasa....

İş hayatı dediğin dert, olması mı iyi olmaması mı henüz çözebilmiş değilim. Zaten mesleğin ne diye soranlarla da aramda geçen bol virgüllü, karşımdakinin kafasını karıştığım boş bakışlarından belli olan diyaloglarda canımı fazlasıyla sıkmaya başladı ama bugün başımdan geçen garip iş görüşmelerini ele alıp kafamı dağıtmam lazım, çünkü kafamda başka bir şey var, çok kurcaladı ve o konu bende bile açıklığa kavuşmuş değilken buradan çemkirmek pek de sağlıklı olmayacak. Neyse dönelim iş görüşmelerimize....
Benim içimde sürekli felaket senaryoları yazan bir ruh hastası olduğunu zaten bilmeyen kalmadı. Bu ruh hastası iş konusunda da son sınıfa geldiğimde cır cır ötmeye başladı ; sen asla iş bulamayacaksın.... sen asla iş bulamayacaksın.... Mezun oldum, aradan bir ay geçti bir yapım şirketi beni iş görüşmesine çağırdı. Sıfır deneyim, stajı bile şişirme yapmış bir kızım. Patron bana editör ol diyor. Atla değil mi? Olur mu,atlamadım. Ben nasıl yaparım beni yardımcı yapın dedim. O kadar saçmaladım ki, patron bana sen deli misin bile dedi. Ve kesinlikle editör olarak işe başlayacağımı söyledi. Etiler'den eve dönene kadar Google'da "editör ne yapar?" sorusunun cevabını aradım durdum. Geri zekalı ben , o kadar bunalıma girdim ki, mezun olur olmaz bu kadar bana hitap edecek bir iş bulmuş olmama rağmen sevinmeyi aklımın ucundan bile geçirmedim ve dua etmeye başladım, proje iptal olsun diye. Ve o anda evrene nasıl şiddetli bir negatif elektrik yollamışsam, normalde kabul olmayan dualarıma inat bu duam kabul oldu. Zaten bence ben sevgili ahı falan değil, o projede yer alacak sayemde işsiz kalmış insanların ahını aldım. Yoksa hangi sevgilimin bana ah etmeye hakkı var ki ? Neyse konu dağılmasın ...
Tabi bu iş burada kalmadı, haliyle başka iş görüşmelerine de çağrıldım ben, ya annem türlü tecavüz veya öldürülme senaryoları kurup peşime takıldı, ya ben sinirlenip gitmedim. Ve bu dönemlerin arasında da kendimi hep eğitime verdim. Aldığım sertifikaları ciltletsem ansiklopedi olur. Geçen baktım, içinde protokol kuralları bile var. Aldığımı bile hatırlamıyorum. Sanırım ben sabah kalkıp işe gidip , çalışacak bir insan olarak yaratılmamışım. Gerçi bugün o otel gibi hastanede toplantıdayken, topuklu ayakkabılarımla salınmak hoştu ama o da sanırım işin süs kısmı. Pendik'te otururken de Beylikdüzü'nde büyük bir firmadan iş teklifi almıştım. Ben İzmit siz Edirne , ne ayak demem bile karşı tarafı kötü etkilememişken, en azından görüşüp şansımı devam ettirebilirdim, neyse olmadı.
Sonra uzun bir süre kendimi önce ticarete, sonra kitap yazmaya sonra da yaşam koçluğuna adadım. Daha sonra annem nereden takmışsa, beni belediyeye işe sokmaya karar verdi. Olur dedim, rahat iş , saati günü belli, iş görüşmesine gitmeden bir gece önce, hiç bir gece uyumadığım gibi yine uyumadığım için, zombi suratımla evden çıkarken, koşa koşa arkamdan gelen annemin ayak sesleriyle irkildim. Uykusuzsun bayılırsın ben de geleceğim diye haykıran anneme ben şaşırmadım, kavga edecek halim de olmadığı için ses etmedim. Hayatımda da uykusuzluktan bayılmadım ama annemin felaket senaryolarından bir gün başıma biri gelecek , hissediyorum. Neyse durum buraya kadar yine normal. Bindik dolmuşa, yanıma üç insan genişliğinde bir kadın oturdu. Sarı dolmuşların arka koltuğu zaten kesinlikle 4 kişilik değil, benim kıçı küçük gören de sıkıştırdıkça sıkıştırıyor ama bu sefer 7 kişi oturuyoruz resmen. Kadın kısa etek giymiş, terliyor, ıslak bacakları da bacaklarıma değiyor. Delirdim, uykusuzum, cinayet işlemek için haklı sebebim var ama sesimi çıkartamıyorum. Dikkatimi dağıtmak için twitter'da takılayım diyorum, bu sefer de telefonun ekranına dikiyor gözlerini, nefes alıyor , resmen telefonun ekranına ciğerini boşaltıyor, nefes kokusundan başım döndü. Başım dönünce annem tansiyonum düştü sandı ve çantasından bir hıyar çıkartıverdi. Evet annem evden çıkarken, tansiyon ve kan şekeri düzenler diye yanına hıyar almış. Ve bana onu dolmuşta zorla yedirdi. Herkes bize baktı, ağzı kokan üç insan gücündeki kadın da. Sonra indik ve ben iş görüşmesine gittim. Annemin çantasının içine bakan güvenlik, yedek hıyarı gördü. Artık ne düşündü bilmiyorum...
Aslında her şeyin suçlusu o en başka iş bulamayacaksın diyen iç sesim bence.
Ya da mesleğin ne diye soran insanların boş bakışlarının negatif elektriği.
-Mesleğin ne?
-Sosyal medya uzmanı,yazar, yaşam koçu, takı tasarımcısı.
-Hımmm anladım.
Bok anladın...

Not: Ben galiba aşık oluyorum...

24 Temmuz 2014 Perşembe

Kimin Ahını Aldım?

Sene bilmem kaç , ben orta hazırlık öğrencisiyim, sene bitmek üzere ve ben o zamanlar en yakın arkadaşımla okulun bahçesinde turluyorum. Kaderin ağlarını ördüğünden habersiz, hayatımın hatasını yapmak üzere olduğumun zerre kadar farkında olmayacak kadar salağım. Kız arkadaşım basket oynayan çocuklardan birini bana gösterdi ve o çocuktan hoşlandığını söyledi. O çemçük ağızlı çocuğu ilk bakışta hiç haz etmedim ama bana doğru gelen topa koşup da o masmavi gözlerini bana dikmesiyle bütün düşüncelerim bir anda değişti. Bahar ayında olmamıza rağmen sırf Galatasaylı diye üstünden çıkartmadığı montla nasıl kurdeşen dökmediğini bile düşünmeden çocuğa vuruldum ama, tabii ki arkadaşıma çaktırmadım dememi bekliyorsanız çok yanılıyorsunuz. Kızdan bir güzel çocukla ilgili ne biliyorsa öğrenip üstüne de o çocuktan ben de hoşlanıyorum demekten kesinlikle geri kalmadım. O günden sonra aramızda bir açılma oldu haliyle ama umrumda da olmadı, iki dakikada sattığım arkadaşımı geride bırakıp hedefe odaklandım. Eve gider gitmez çocuğun ev telefonunu bulmam gerektiğine karar verdim, evet ama nasıl? Çocuk bir üst sınıfta, ve hiç ortak arkadaşımız yok. Bizim okulda o zamanlar orta 1'ler hazırlıklarla pek muhattap olmuyor. Okuldan çocuğun numarasını istemeye karar verdim. Ve hemen bir senaryo yazdım. Bizim sınıfın en ezik, en sessiz, ve benim bunu yaptığımı en anlamayacak kızının adını vererek , o çocuktan geçen seneki ders notlarını acil almam gerektiğini , çok telaştı ve ağlak bir şekilde okul sekreterine anlattım. Yarım saat dil döktükten sonra artık elimde çocuğun telefonu vardı. Yalnız adımı da ( yani kızın adını da) not aldı sekreter. Elimde numarayı yazdığım kağıt, öyle kaldım telefonun başında. Yaş 13-14 elimde arkadaşımla ortak hoşlandığım çocuğun telefonu, mümkün değil arayıp da konuşamam, ben de o göt var mı? O zamanda yokmuş, şimdi de yok. Bir de gereksiz yere sessiz sakin bir kızı alet etmişim... O gece vicdan azabı ve ilk aşkımı sorgulamalarımla uyumadan , sabah kalkıp okula gittim... Ve o çocukla aynı serviste olan başka bir arkadaşıma olayı anlattım. Ve o kız da çocuğa ( bir bu çocuğa çemçük diyelim) anlatmış. Bu çemçük bir arkadaşımı , bir de beni incelemiş ve iki kızın ondan hoşlanmasıyla tavana çıkan poposundan fırsat bulduğu bir anda beni tercih edip, kızdan benim numaramı istemiş.
Odamda boş boş oturduğum bir gün, telefonumun çalması açana kadar her an olan sıradan bir olayken, telefonun diğer ucundaki kişinin çemçük olduğunu anlamamla, bütün vücudumu saran o titremeyi hala unutamam. Çemçük o kadar aptal bir çocuktu ki, üstelik peltekti ve ben konuşmalarının yarısını heyecandan diğer yarısını da onun peltekliğinden hiç bir şekilde anlamadım. Ama olsun , sorun değildi... Telefonu kapatırken numarasını vermeyi teklif edince ben biliyorum da diyerek salaklığımı bir kez daha ispatladım. Bu çocuk böyle iki ay benimle sadece telefonda konuştu, ve sevgilim falan olmadı. Okulların kapanmasına bir gün kala, bana çıkma teklif etti, ama kimse bilmesin ilişkimizi dedi, devlet sırrı sanki. Ben de tamam dedim ve bütün arkadaşlarımı arayıp anlattım. Hatta ondan hoşlanan , eski yakın kız arkadaşımı bile....
Biz bütün yaz çıktık, ama telefonda. Hiç buluşmadık, çemçük buluşalım dedi ama ben her seferinde buluşmaya gidecekken çok heyecanlandım ve gitmekten vazgeçtim. Sonra ben annemle tatile gittim ve o da ona haber vermediğim için benimle kavga etti. Halbuki ben haber vermem gerektiğini bile düşünmemiştim. Biz bütün yaz böyle telefonda aşkımıza devam ettik,okulların açılmasına bir hafta kala beni aramamaya başladı,telefonlarıma çıkmadı,okulların açıldığı ilk gün çemçük okula kendi sınıfından bir kızla el ele geldi. Bütün sene aşk acısı çektim, ve onların perde arkasına saklanıp oynaşmalarını can çekişe çekişe izledim. Aklım ancak o senenin sonunda başıma geldi ve bir arkadaşımla onu kıskandırmaya karar verdim. El ele önünden geçtiğim anda ,camdan beline kadar sarkıp bana bakışı paha biçilmezdi. "Ordan sarkarken düşersin de beynin patlar inşallah " dedim, ve onu kıskandırdığım çocuğa aşık oldum...
Gelelim hikayenin sonuna,
Seneler sonra çemçükle konuştuk ve üniversitedeyken düşüp beyin kanaması geçirmiş onu öğrendim.
O sattığım kız arkadaşım peri masallarındaki gibi bir düğünle geçen yaz çok hoş bir çocukla evlendi.
Adını vererek Çemçük'ün numarasını aldığım kız, telekomünikasyonla ilgili bir işte çalışıyor.
Çemçük'te bazı hasarlar kalmış.
Benim durum ortada...
Bence burda tek hatalı eski kız arkadaşım, o bana orda Çemçük'ten bahsetmese bunların hiç biri olmayacaktı....

Not: Çocuğun ev telefonu hala aklımda.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Mira'nın Yaman'ı Ayarttığı Pantolondan Satmalıydım

Evet , belki öyle yapmalıydım ama ben oturup kendim tasarlamaya karar verdim. Aman ya nedir ki dedim , gözümde küçülttüm , bir haftadır canım çıktı. Ben bu işte çok eskiyim aslında, yılların tasarımcısı annem beni boncukların içinde büyüttü. Siz oyuncaklarınızla oynarken ben takı tasarımı yapıyordum, ben mağaza fabrikalarının içinde stilistlerle kovalamaca oynuyor, okulu kırıp, Eminönün'de boncuk seçiyordum. Tamam , kendimi çok övdüm, bundan sonraki cümlem, ben saksı değilim en çok benden ürün alacaksınız da olacak. Ama normal, çünkü çok çalıştım ve beynim sulandı. Çünkü içimdeki sefa pezevengi isyan bayrağını bir haftada açtı. Çalışmadım mı hiç çalışmam, çalıştım mı da sabahlara kadar çalışırım maalesef. Sonunda bitti, yani şimdilik... Ve bir instagram hesabı açtım, herkesi beklerim http://instagram.com/takintinindunyasi. Bu akşam ürünlerimi de eklemeye başlıyorum. Ünlülerin fotoğraflarının altına en güzel ürünler bizde yorumları yazmak istesem de bunu yapmayacağım. Ona da içimdeki tasarımcı izin vermiyor. İçimdeki kişilikler de çoğaldı bugünlerde...
Tabi başka başka gelişmelerde var ama onları da sonraya bırakıyorum. :)
İyi geceler.


2 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir İzmir Macerası...

İki haftadır bloga tek kelime yazmamışım... Hiç biriniz de dürtmemişsiniz bu kız öldü mü kaldı mı? Neyse fazla sitem etmeyeceğim ve direkt son bir haftamı anlatacağım. Aslında bu akşam ortaokul aşkımla ilgili bir yazı yazacaktım fakat hazır İzmir maceram sıcakken onu öne aldım :) Bundan iki hafta önce c.tesi günü annem sevgili Bayan Pire ile balkonda oturmuş, bunalımlarımıza yeni bunalımlar katıp, sırayla of çekerken annemin aklına çok parlak bir fikir geldi "İzmir'e Yerleşmek"!Neden İzmir? Facebook'ta İzmir'den çok arkadaşı varmış... Ne kadar geçerli bir sebep değil mi? Bence öyle, yani o anda benim de canım o kadar sıkılmıştı ki ben de tamam güzel fikir dedim. Hatta hemen uçak biletini aldım, çarşamba gününe , çünkü evdeki bütün kıyafetlerimizi toplamamız en az üç günümüzü alır dedik. Hatta hemen bilgisayarı açtım ve İzmir'de zamanında "Atgözlüğü" orada askerdeyken beğendiğim ve tek bildiğim semt olan Bostanlı'da ev bile baktım. Tamam dedim, çarşamba gideriz,annemin akrabaları orada, kuzeninde kalır , perşembe ev bakar, cuma da taşınırız. Benim de bu organizasyonum anneme çok mantıklı geldi. Biz körler sağırlar birbirini ağırlar sözüne en güzel örnek ikili olarak, eşyalarımızı toplamaya başladık. Başladık ama bitiremedik, üç oda dolusu kıyafet... Neyse baktık böyle olmayacak, kışlıkları taşınınca gelip toparlarız diye düşünerek sadece yazlıklarımıza yoğunlaştık. Üç günün sonunda iki tane boyumuz kadar bavul, iki küçük çanta ile yazlık kıyafetlerimizin bir bölümünü yanımıza almak üzere hava alanına gidecektik ki, aynada kendimize bakma ihtiyacı hissettik ve dip boyamızın, Taksim'deki çiçekçi kadınlarla yarışır bir hal aldığını gördük. Uçak kaçmıyormuş gibi gidip saçlarımızı boyattık. Eve geldik bir telaş giyindik, taksiyi çağırdık. Bavullar bagaja sığmadı, arka koltuktaki yolculuğum yanımda boyum kadar bavulla devam ederken annem acıktı. Yolda her zaman köfte yediği yerden köfte alıp yedik. Ağzımız,elimiz köfte mi koktu acaba diye düşünmekten kaşınmaya başladım. Bütün yolculuğum bitli gibi geçti. Eminim şoför beni bitli sandı. Annem hava alanında şık ol dedi diye mini şort altına topuklu ayakkabı giydim. Bavullar çok ağır çekerken bacaklarım ayrılıyor, topuklu ayakkabılar da kayıyor. Bence şık değil salak oldum. Neyse geldik bavulları vermeye, 30 kg hakkımız var, bizde 20 kilo fazla çıktı. Ek bagajda satın almamışım, annem de ben bavuldan kıyafet çıkartırım dedi, çıktık sıradan geçtik hava alanının bir köşesine açtık bavulunu,başladı kıyafetleri çıkartıp çıkartıp çöpe atmaya.Çöp ağzına kadar doldu. Hatta bana da aç bavulunu at kıyafetlerini dedi. Atmadım. Hepsi kıymete bindi birden, girdik sıraya, yine 10 kilo fazlamız çıktı. Ödedim ve ödememle annemin konuşmaya başlaması bir oldu, neymiş efendim, eğer kıyafetlerimin yarısını atsaymışım kendisine o ödediğim parayla bir elbise alırmış. Bir elbise! Neyse bu laf dalaşımızı da tüm hava alanına duyurduktan sonra uçağımıza binmek için sıraya girdik ama yürüyemiyorum, tabanlarım o kadar ağrımaya başladı ki, insanlar arkada bekliyor, ben çakıldım kaldım. Çıkardım çantamdan spor ayakkabımı, giydim. Bekleyenlere yandan yandan baktım ve uçağa geçtim. Biz annemle otururken içeri bir çocuk girdi,annem de fazla sesli bir şekilde ve beni dürterek bak bak çocuk çok yakışıklı hemen topuklu ayakkabılarını giy dedi. E ben oturuyorum? E çocuk duydu, neyse çocuk Allah'tan yanımızdan yürüdü geçti derken geri döndü ve müsaade isteyerek yanımdaki koltuğa oturdu. Annem de çocukla muhabbet etmeye başlamaz mı? Ya ben zaten rezil oldum, sus bari. Yok! Uçak havalandı, çocuğun rengi resmen mora dönüştü. Tamam fazla sallandık, tamam biz de tedirgin olduk ama önce sararıp sonra morarmak sana yakıştı mı be adam? Ben zaten utancımdan o tarafa bakamıyorum. E dışarıya bakmak istiyorum, çocuk cam kenarında... Neyse yolculuk bitti, İzmir'deki hayatımıza başladık... Önce yemek yedik, sonra annemin kuzenine gittik. İçeri bir girdik, banyo inşaat halinde. Yaz, sıcak, hava kaç derece belli değil, ve banyo yok. Neyse Allah'tan yarın ev bakıyoruz. Eşyalı bir ev bulup hemen akşam taşınmaya karar verdik, bu arada annem bana belediyeden iş buldu, bazı salak arkadaşlarım "sana belediye baksın" esprisini bile yaptı. İzmir'e geleli henüz bir kaç saat olmuşken annem dönmek istediğini söyledi. Ertesi gün ev bakmadık. İş görüşmesine gitmedik, bir kaç yer gezdik. Komşuya gittik banyo yaptık. Şiddetli rüzgarda motora binip Karşıyaka'ya geçtik, annemin korku çığlıklarıyla şenlendik. Annemin kuzeni kardeşlerini bile aramaya kalkıştı, bize yarım saat sonra ulaşamazsanız denizin dibindeyiz merak etmeyin diye. Ben de boş durmadım, kaptan köşküne gittim. Kaptana sordum, problem var mı diye, kendisi oldukça yakışıklı olmakla birlikte benim içeride oturabileceğimi söyledi. Ama o an içimdeki Kezban bana hayır dedi çünkü seneler önce deniz otobüsünde kaptan köşkünden çıkan iki tane kaşar kılıklı kızın etkisi altında kaldım.Yolcular bunlara çok pis bakmıştı(ben de dahil). Ve nihayetinde biz 5 gün sonra dönmek üzere hava alanına doğru yola çıktık, annem bütün eşyalarını orada bıraktı. Ben yine hepsini aldım. Onun bagaj hakkını da bir güzel kullandım. Hava alanına girişte felaket yakışıklı bir çocuk bavulumu taşıdı. Ama orada yine niye Kezban olduysam teşekkür edip hemen oradan kaçtım. Bir kaç kez daha karşılaştık ve ben yönümü değiştirdim. Annemse hemen hava alanında başlayan aşkların evliliğe gidebileceği konusunda hikayeler üretmeye başladı. Dönüşte cam kenarında oturdum, uçak hiç sallamadı ama nedense ben hep düşme senaryoları yazdım,sanırım İzmir'e gelirken yanımda oturan çocuk korkunca düşündüğüm şeylerle evren tarafından cezalandırıldım, çarpıntım tuttu. Ve önümde oturan çocuk yanındakine şimdi Bursa'ya yaklaşıyoruz alçalacak uçak dedi, demesiyle o korkudan bakamadığım cama yapıştım. Hayır salak Takıntı, havadan kimi göreceksin? Şehir bile bit gibi görünürken, ve ben o şehrin üstünden geçerken içimi garip bir huzur kapladı. Anladım ki bazı şehirler sadece içinde yaşayan bazı insanlarla anlamlanıyor... Keşke otobüsle dönseydik, uzun uzun bakardım... İşte bir İzmir macerası böyle bitti, annem İstanbul'u öyle özlemiş ki, hava alanından çıktığımızda bir an yerleri öpecek sandım. Dönüşte yine aynı köftecide köfte yedik.
Yani özetle köfte yedik gittik, geldik köfte yedik...
Ve ben anladım ki bir şehir değiştirmek için insanın en geçerli sebebi AŞK mış... Olmadığımıza göre, yeniden merhaba İstanbul!

13 Haziran 2014 Cuma

Topuklarıma Sık Sevgilim....

En yakın arkadaşım yazlığa gitti, biz kendisiyle her ne kadar telepati yoluyla anlaşıyor olsak da bunun bokunu fazla çıkarmadan normal insanlar gibi bütün gecemizi mesajlaşarak geçiriyoruz. Geçen gece yine böyle her zamanki gibi bütün işlerimizi gecenin bir vaktine bırakmış ve sıkışmış vaziyette işlerimizi tamamlamaya çalışırken bir yandan da mesajlaşırken olay birden çok farklı bir boyuta kayıverdi. Gece üç, gerizekalı sevgililer gibi birbirimize hadi artık konuşmayalım, işlerimizi bitirip erken! yatalım, sen sus önce sen sus mesajlarımızı atarken konu birden birlikte tatil yapmaya geldi. Ağustos ayında birlikte yazlığa gitme kararı aldık, bundan sonra kendisinden D.K(29) olarak bahsedeceğim çünkü olayın bundan sonrası da gerçekleşse üçüncü sayfa gazete haberi olabiliriz. Evet yine dağılmaya meyilliyim, konuya devam ediyorum. Madem seninle Ağustos'ta yazlığa geliyorum, sizin yazlığın etrafı da otel o zaman ben bu yaz annemin kriterlerine uygun damat adayımı almadan oradan gelmem dememle , benim D.K(29) 'un müstakbel kocamı bulması arasında taş çatlasın 10 saniye geçmiştir. Bana oradan bir mafya çocuğu buldu. Buldu da, o kadar bahsetti ki ben çocuğu merak etmeye başladım, çocuğun soyadını da bilmiyoruz. Malum babasının her mafya gibi bir takma adı var. Soyadıyla anılmıyor adamlar. Parçaları birleştiriyorum, google'da çocuğu arıyorum, yok. Ama benim bir tanecik sosyal medya uzmanı arkadaşım D.K(29) işi gücü bıraktı, hemen çocuğun twitter sayfasını buldu. Tam kafamda canlandırdığım gibi, çocuk dünyaya mafya babasının oğlu olmak için gelmiş. O tiple zaten başka bir şey olma ihtimali yokmuş yani. Hani kuantumcular, karmacılar vs. diyor ya ailelerimizi biz seçiyoruz diye, çocuk bunların bu tezine örnek olmak için dünyaya gelmiş. Toparlak suratlı,esmer,keskin bakışlı, rakı masasında çekilmiş fotoğrafıyla şahsen ben pek bir uyumsuz oldum. Çünkü fotoğrafımı yanına koyup gerçekten baktım. Daha sonra D.K(29)'u çocuk hakkında soru yağmuruna tuttum. Biz evlendiğimizde hep orada mı yaşayacağız sorusunu bile sordum. Yani çocuk hazır, çocuk bunca yıl beni bekledi. Ayrıca arkadaşımın arkadaşı bile değil, ama biz onu da düşündük, klişe bir plan yaptık, aynı plajda denizde girdiğimiz için ben boğulma numarası yapacağım. Niye klişe derseniz , yani bunlar ağır adamlar, çok da organize olmaya gerek yok değil mi? En son adımla çocuğun soyadı uyar mı konusunu abartıp göbek adımla bile uyumuna baktık. Garip oldu, şair ismi gibi oldu. Bu konudaki en gerçekçi sorumu en son sordum "bu çocuk benim topuklarıma sıkar mı?" ,geçmiş ilişkilerimdeki hal ve tavırlarımı göz önünde bulunduracak olursak kurşunu sadece topuklarıma yemek bile çocuğun iyi haline denk gelmiş olmama ya da Allah'ın  sevdiği kulu olmama bağlanır. Ben bu adamı üç günde delirtir dördüncü gün de beynimi dağıttırır üçüncü sayfa haberlerine çıkarım. Zamanında ünlü olmakla ilgili hayaller kurduğum doğrudur, lakin tadını çıkarmadan göçüp gitmek gibi bir hesabım da yok. Zaten boş anımda anneme de çocuğu gösterip olayı öyle bir dallandırıp budaklandırdım ki, annem korkudan beş dakikada tam tamına 8 ölüm senaryosu yazıp sonrasında da Allah'ın beni koruması için maşallah dua etmedi, hatim indirdi. O sırada çocuğun muhtemelen poposunda pireler uçuşuyordu. Ben ve D.K(29) işlerimizi bitirememiştik, sabah olmuştu ve annem senaryolarına kaptırıp uykusuz kalmıştı. Üç uyumayan kadın, her şeyden bir haber bir mafya çocuğu ve üstüme asla oturmayacak aldığım anda o ruh haliyle bana posta gazetesinde şiirler yazdıracak saçma bir soyadıyla bu aşk hikayesi de başlamadan bitti.
Zaten bana en çok Bay Tarçınlı Kahve'nin soyadı yakışmıştı. Başlamadan bitsin bu iş, ayrılalım mafya çocuğu,ok,kib,by!

9 Haziran 2014 Pazartesi

İşte Bunlar Hep O Ortaokuldaki Münazaralardan...

Bugün aklıma nereden geldiyse ortaokuldaki münazara yarışmalarımız geldi, tahmin edersiniz ki ben hepsine katılır, çenemle de karşı tarafı bayıltırdım, hatta o da yetmez kendi grubumun dahi konuşmasına izin vermez , o sırada da önümdeki kağıda karşı gruptan çıkışta sıkıştırılacaklar listesi yapardım. Hoş sıkıştırmazdım da kimseyi, sinirim çabuk geçer benim. Ama bugün düşündüğümde anladım ki her bu münazaralar yüzünden kavgacı olduk biz, hayır izleyenler bundan neden zevk alıyor , bu nasıl bir ego tatminidir onu da çözebilmiş değilim. Horoz dövüşü gibi bir şey bu. Küçük yaşta tartışın demek bu...
İşte ben tam bunu düşündüm ya, akşam hoooppp karşıma bunu ispatlayacak bir şey çıktı. Ulan Evren, o kadar şey düşünürüm de karşıma çıkmaz, çıka çıka böyle salak düşüncelerimle alakalı şeyler çıkıyor. Neyse olayı anlatıyorum....
Akşam Facebook'tan bir arkadaşımın paylaştığı bir fotoğrafın altında çocukla yorumlaşmaya başladık. İkimizde aynı fikirdeyiz, televizyonda haber sunan bir spikeri eleştirdik. Aslında eleştirmedik de , eğlendik biz, çat bir sorunlu yorumlaşmamıza dahil oldu. İdeolojilerden girdi, siyasetten devam etti, bana sığ düşünüyorsun bile dedi, içimden ah keşke dedim, konu Bülent Ersoy'u neden eleştirmiyorsuna kadar gitti, arkadaş aynı zamanda kahin, neyi eleştirip neyi eleştirmediğimi bile hissedebiliyor. Allah'ım sanırsın Facebook'ta değiliz, hatta ortaokul münazarasında bile değiliz, uluslararası bir konuşmanın içerisindeyiz, konu egoya kadar kaydı, konu çok dağıldı, psikolojiden, insan haklarına , insan haklarından, kıyafet özgürlüğüne, kıyafet özgürlüğünden, eleştiri özgürlüğüne kaydı. Sonra çocuk fotoğrafı kaldırdı. Sonra konu tam da benim tahmin ettiğim gibi çıktı. Kız çocuğa yazıyor, garibim bizi sevgili sanmış, kıskançlıktan kimlik değişimine uğramış, kendisini akademisyen sanmış. Google'dan öğrendiği üç beş afilli kelimeyle çocuğa şov yapıyor. İyi hoş da benim ne suçum var embesil? Biz ortaokulda mıyız embesil? Münazarada mıyız embesil? N'oldu konuşunca, kitap mı hediye ettiler sana embesil? Yazık, çocuğa da iki saattir trip atıyormuş özelden. Ve hala boş zamanında google'da "üç adımda nasıl akademisyen gibi konuşurum" makalelerinden ezberlediklerini çocuğa yazıyor. Çocuk sakin karakterli, genelde insan kırmayan, kızlara da baya baya saygılı bir tip. Halbuki bu durumda kes yeter diyebilmeli bir erkek, ama belki o da kızı kıtlık zamanına saklıyor bilemeyiz. Bence bu kızcağız ortaokul zamanında katıldığı bir münazarada çok pis göt edildi. O gün bugündür facebook yorumları üzerinden kendisini tatmin etmeye çalışıyor. Ya da biri buna erkeklere ancak kendisini böyle gösterebileceği konusunda salak biri akıl vermiş. Grup projelerinde ezmişler bunu, çok görev vermişler, belki de yüksek lisansa hazırlandı ama bunu almadılar okula, duydular tabi münazarada göt olduğunu...
Sevgilisi de yok belli, çünkü o biliyoruz ki bazı kızlarda hırçınlık yapıyor.
Neyse ne, bütün akşam bir embesille uğraştım , ama sonuç olarak kızın derdi çocukmuş.
Kıza not: Çocuk sana cevap vermiyor çünkü benimle konuşuyor gerizekalı.
İyi geceler :) Follow my blog with Bloglovin

7 Haziran 2014 Cumartesi

Kafam "ortaya karışık"

Şu an kafamda öyle çok şey var ki bir konuya yoğunlaşamıyorum, onun için bu gece madde madde kafamı okuyacaksınız, muhtemelen bir kısmınız bu blogu bu kızın kafası düzelmez deyip bir daha uğramamak üzere terk edecek, kalan sağlar bizimdir diyerek madde madde kafamın içini çözümlemeye başlıyorum....
1-Dün gece rüyamda birine aşık oldum, tanımıyorum çocuğu, yılbaşı gecesiymiş, siyah topuklu swarovski taşlı ayakkabı ve siyah mini bir elbise giydim fakat çocukla kaplıcalara gittik.... O kıyafetle beni neden kaplıcaya götürdüyse artık öküz...
2-Aklıma şu http://takintinindunyasi.blogspot.com.tr/2014/04/allah-beni-neyle-snadn.html?view=flipcard yazımda bahsettiğim yapışkan çocuğun yaptığı son olayı anlatmadığım geldi. Ben o yazıyı yayınladıktan sonra da o adamdan kurtulamadım. Hiç cevap vermememe rağmen durmadan mesaj attı bana, instagram fotoğraflarıma yorumlar yaptı, sertifika aldım tebrik etti, periyodik olarak her izin gününde buluşalım dedi. Bu arada da sevgilisiyle fotoğraflar paylaşmaya devam etti. Ve en sonunda son bombasını patlattı. Kanser oldum ben dedi, ölüyorum ben buluşalım bile dedi. Ve bunu söylerken çalışmaya devam ediyordu. Siz ömrünüzün bitmek üzere olduğunu bilseniz, çalışmaya devam eder misiniz? Tövbe yarabbim, akıllısı beni bulmaz ki...
3-Babam hiç aramıyor yine bu aralar, sinir oluyorum. Ve oğlak erkeklerinden nefret etmek için kendime her gün yeni yeni sebepler üretiyorum. Allah bunları yaratırken içlerine duygu koymayı unutmuş.
4-Yanağımdaki İzzet Altınmeşe'nin beninin amcasının oğlu olduğunu düşündüğüm sivilcem iki haftadır geçer gibi oluyor ve geçmiyor. Üstelik dün gece ona aşırı derecede sinir olup sıktım, ucu yoktu , patlamadı ve kan oturdu. Bugün sokağa çıkmadım onun yüzünden. 
5-Bay Tarçınlı Kahve'nin bütün arkadaşları çakma Facebook hesabımdan arkadaşlık isteğimi kabul etti, bir tek onunki beklemede ve gün geçtikçe onun hesabını didikleme isteğim sınırlarını aşıyor, hissediyorum en sonunda arayıp kabul et şunu diyeceğim.
6-Sırada bekleyen başladığım iki kitabıma tek satır yazmadığımı fark ettim. 
7-Yukarı da paylaştığım fotoğrafı iki gün önce instagram hesabımda paylaşmıştım, bugün o domuz suratlı kız Twitter'da bu aralar kilo almaya başladım :(, diye tweet atmış. Yediklerime biraz dikkat edeyim ben :) Nasıl olsa ayrılmışlar...
Madem dileklerimi yerine getiriyorsun sevgili Evren,
O zaman lütfen biraz daha huzur, biraz daha hayat! 
İyi geceler ... 

5 Haziran 2014 Perşembe

Domuz Suratlısın!

Geçen akşam yine beni bir şey dürttü. Derin Facebook araştırmalarına daldım. Allah'ım içimdeki bu ergen ne zaman ölecek benim? Üç gündür tam bir facebook aşığı olarak yaşıyorum. Eski bir hesabım vardı, onu açtım, Bay Tarçınlı Kahve'yle ortak bir dostumuzun ( artık benim değil ama ) profilini didiklemeye başladım, yer bildirimlerinden etiketlenen insanların profillerini didikledim, ve benim Bay Tarçınlı Kahve'yi böyle bir kızla gördüm. Ama aynı bu, bu Miss Piggy'nin sadece diş telleri eksik. Bana neden böyle oluyor bilmiyorum, eski sevgililerimin yeni sevgililerini kıskanamıyorum ben. Adamların ciğerini biliyorum ya, kıtlıktan bununla takılmıştır diyebiliyorum, sarılışından, bakışından bile sevip sevmediğini anlayabiliyorum. Ama bu olay beni aldı da eskilere götürdü. Ben bu adamın başka eski sevgililerini de böyle didik didik etmek zorunda kalmıştım. Hatta sosyal medya hesaplarında durmadan bacaklarını paylaşan bir kızımız vardı, onu bir ara baya sıkı takibe almıştım, ta ki kız "Aşk-ı Memnu Bittiğinden Beri Kendimi Boşlukta Hissediyorum:(" diye tweet atana kadar... O kızla bu kızın benzer yanları benden tam 9 yaş küçük olmaları, benim bunları takip bile etmemem lazım biliyorum, ama gel de onu benim meraktan yaratılmış bedenime ve bunu asla algılayamayacak olan salak kafama anlat. Yok durduramadım kendimi, çakma bir facebook açtım, hepsini ekledim. Bay Tarçınlı Kahve'yi de ekledim , o henüz kabul etmedi, ama kız hemen etti. Şu an onun profilini ondan daha iyi biliyorum. Yalnız kız gülmediği zaman gayet fotojenik. Ama benim Bay Tarçınlı Kahve takıntılı adamdır, o kızın o telleri varken onunla hayatta öpüşemez o. Buradan yanlış anlaşılmasın, tel takan kimseye lafım yok, benim derdim bu kızla, bunun teli olmasa , ben bunun başka yerine takardım yani. Ama olsun, o kız bu adamın tipi değil! Olmasın da zaten, ben yine Allah'ın sevgili kuluyum da bu konuda beni hafiften hafiften vuruyor. Zaten iyice baktım, son yer bildirimlerinde hiç ikisinin adı geçmiyor, ortak arkadaşlarının da hepsini inceledim, yüksek ihtimalle (%100 olmalı) ayrılmışlar.
Bu arada her daim adamı savunan adi iç sesim de hemen konuştu zaten "ne var yani , sen kimseyi hayatına sokmadın mı, denemedin mi ?" diye...
E doğru söylüyor. Söylüyor da ... Hemen kafamda Ajda Pekkan'ın şarkısı çalmaya başlıyor...
Alın siz de dinleyin, bu gece perşembe gecesi ben Katina Falı bakmaya gidiyorum.

Son bir soru: "O domuz suratlı karıyla tarçınlı kahve içtin mi hayvan herif!"

2 Haziran 2014 Pazartesi

Her telden...

Bir önceki yazımda çok içli çok mühim bir olayla karşı karşıya gelmiş gibi yazmış olsam da durum öyle değil tabii ki...
Bakalım bu yazmadığım zaman diliminde neler olmuş diye konuya girecek olursam konu çok dağılacağı için sadece ada maceramı anlatarak bu geceyi noktalamayı düşünüyorum.
Tahminen on gün önce annem ben ve bir arkadaşı adaya gittik. Buraya kadar sıkıcı, sakin ve sıradan olan günüm tabii ki öyle geçmedi. http://takintinindunyasi.blogspot.com.tr/2014/04/kritik-misiniz.html yazımın sonunda bahsettiğim şu 32 yaşındaki psikolog çocuk da günün ilerleyen saatlerinde annemin davetiyle bize katıldı. Bunun adı uzun olsun. O'na çok daha kötü isimler de takabilirdim fakat vicdanlı davranma taraftarıyım, sonra evren başka yerlerimizden acısını çıkartıyor. Neyse ben oteldeyken bu uzun haber verdi ben de bunu gittim vapur iskelesinden aldım. Annemle arkadaşı da aramıza katıldı, biraz oturup gittiler. Ya bu uzun ilk gördüğümde çok yakışıklıydı, yani çok olmasa da annem çok yakışıklı dedikçe ben de gaza gelmiştim ama çocuğa bir haller olmuş, bir de daha önce hiç yan yana yürümemişim ben bununla, adam çok uzun. Ben uzun erkek sevmiyorum. Sevgililerimin hepsi kısaydı benim. Ben adama bakarken boynum yukarı kalkmamalı,bir de gerçekten cüce gibi hissettim kendimi, neyse oturduk bir yere boyumuz eşitlenmiş oldu, ben başladım uzuna Bay Tarçınlı Kahve'yi anlatmaya... Dakika 1 gol 1! Sonra biraz yürüdük, uzun elimi tuttu yürürken, ama ben hala aynı konuyu anlatıyorum.... Konuyu bitirirken de ben bir kere sevdim, öncekileri sevdim sandım, sonrakiler de umrumda değil bile dedim. Hayır niye gaza geldim bu kadar onu da anlamış değilim. Neyse biz otelde kalacaktık, ben de tek kaldığım için piyango bana vurdu, gittik benim odama, tabi uzun eminim farklı hayallerle o odaya dalmıştır ama durum hiç de öyle olmadı. Ben odaya girdim, tam sırtımı yatağa dayayıp oturayım diye kendimi arkaya attım , çat diye kafamı vurdum. Ama ne vurma! Beni aldı mı bir korku, Allah'ım dedim ben burada beyin kanaması geçireceğim, bu da annemlere haber vermeden kaçacak. Böyle düşündükçe midem bulanmaya , başım dönmeye başladı benim. Bindim çocuğun tepesine, ölüyorum ben kurtar beni diye. Hemen google'dan baktım, beyin kanaması belirtilerine, okudukça da bütün belirtileri göstermeye başladım. Dilinizi çıkarın , gözlerinizi döndürün yazdığı için de bütün gece periyodik olarak bu hareketleri tekrarladım. Bunlara rağmen, uzun sarılmaya, sırnaşmaya kalkıştı. İttim, sen beyin kanaması geçirmek üzere olan bir kızla bunları nasıl düşünürsün dedim. Garip baktı. Ama dışarı çıkardı beni, hava aldık,açıldım. Sanırım oda çok sıcak olduğu için benim midem bulanmış. Neyse çaktırmadan 24 saat uyumamak için uzunu da çenemle ayakta tuttum, o kadar çok konuştum ki, uzunu ter bastı, gitti duş aldı, bir de o anda su sıcak değilmiş, buz gibi suyla aldı duşunu, oh olsun ona. En sonunda uzuna sen hep Facebook fotografındaki gibi kirli sakallı ol ve güneş gözlüğünü hiç çıkartma dedim. Yapacak bir şey yok, gözlüklü haliyle gözlüksüz hali arasında değil 7 , 77 farkı da bulurum ben. Ayrıca tek kaş. Yani anlayacağınız benim bünye bu çocuğu almadı. Sabaha kadar da uyumadım. Sabah uzun gitti. Sonra da annemle ben eve döndüm. Uyudum, uyandım bir baktım boynum bükük. Bunu anlamıyorum, kendime bir baktım, sanki dün gece götürülüp terk edilmiş kız moduna hemen geçivermişim. Yatakta oturuyorum, boynum sola doğru bükük, uzun hakkında bir ton şey düşünerek, gözlerimi deviriyorum, döndürüyorum... Elim telefonda, puşta bak aramadı diyorum. Yahu niye arasın demeyin, sonuçta bütün bir geceyi birlikte geçirmişiz, bu da bir paylaşım... Neyse düşündüm düşündüm, buna mesaj attım, bir arkadaşının sorduğu bir site vardı onun hakkında. Cevap gelmedi! Aradım, açmadı. Sonraki üç günde özelden aradım. Açmadı. Neyse demek ki sadece bana değilmiş dedim ve ölüm senaryoları kurdum hakkında, hatta içim acıdı, kötü davrandım, bak üç günlük dünya öldü işte çocuk diye. Ama daha sonra kapalı olan telefon açılınca ölmediğini anladım. Bir ara cesedin yanında telefonu bulan polisler mi açtı diye düşündüm ama korkmayın, kısa sürdü. Çünkü telefonu şifreliydi, bunu gördüm. Baktım ölmemiş, bilinçli yapıyor. Her zamanki gibi önce bilekten dirseğe kadar bir mesaj attım."Sen beni götürmeye çalıştın ama beceremedin ondan hırs yaptın temalı"( ihtiyacı olan varsa arşiv geniş, paylaşabilirim), daha sonra da Facebook'tan sildim. Telefonunu da sildim. Sıralama hep aynı zaten. Daha sonra da google'da adını soyadını arattım. Yaptığı mesleğin ve çalıştığı yerin çalışan listesine baktım, tam 279 sayfalık isim listesinde adamın adını aradım, her sayfada 30 isim olsa düşünün artık. Uzunun adını bulamadım, gözümden mi kaçırdım dedim bir daha baktım, yok. En sonunda bunun adı bile yalan dedim...
Geçen annemle konuşurken duydum, beni şikayet ediyordu, bilekten dirseğe kadar mesaj atmışım diye... Annem geldi yanıma arayacakmış seni dedi, gözlerimi döndürdüm ve aramasın yea dedim. Ama o an arasın istedim, birilerine trip atmaya çok ihtiyacım vardı. ARAMADI. Götümü yesin pislik.
Yalnız yine içimdeki Kezban'ı kutladım, varsın bana rahibe desinler, ya öyle olmasaydı? Ya bununla bir şey yaşasaydım ben? Bir şey olmadan aynı odada kaldım diye boynu sola kayan ben, acaba yaşasam ne yapardım?
Yazık bu uzuna ya :) Tahminimce hayatının en berbat gecesini geçirdi, buna rağmen de bütün gece bana seni seviyorum deyip deyip,evlenmekten bahsetti. Tabi yemedim...

Not: Uzun yazarken bilerek özel isim muamelesi yapmadım, yazım hatası yapmış demeyin,takarım malum...
Bir sonraki yazımda öyle bir konum var ki.... Şimdi çok taze, onu da sindirip öyle yazacağım.
Öptüm!
 

25 Mayıs 2014 Pazar

Biriktiriyorum....

Hani bazen çok şey olur ama onları kelimelere  dökebilmek için hazmetmen gerekir ya...
İşte ben böyle bir hal içindeyim...
Az sindireyim, çatır çatır giydiricem, çok pis giydiricem, çok doldum, çok!!!!
Bombalar bu hafta, bekleyin....

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Canımız yandı ama...

13'ün mü uğursuzluğu nedir, canımız yandı... Yandı yanmasına ama başımıza gelen bu felakette bir kez durup düşündük mü ? Amacım asla sitem etmek ya da can yakmak değil... Tahminimce Soma Faciasına canı yanmayan kimse yoktur. Varsa zaten bir zahmet blogumu terketsin, hatta ülkeyi, hatta dünyayı terk etsin...
Günlerdir kelimeler boğazımda düğümlü, elime kalem alamaz hale geldim... Ne yazacağım günlüğüme ben? Çocuklar babasız kaldı, anneler evlatsız, eşler kocasız mı? Peki dünyada böyle olmuyorken neden benim ülkemde bunlar oluyor?
Benim kendi adıma içim rahat, ben sebep olmadım bunlara ama olanların vicdanı sızlasın istiyorum, tabii varsa...
Sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkartmak isteyen canım kardeşimize hepimizin canı ayrı ayrı yandı eminim... Peki biz olsak çizmemizin o sedyeyi kirletmesine üzülür müyüz? Üzülmeyiz, üzülmememiz gerekir... Çünkü candan kıymetli hiçbir şey yok... Neydi o güzel ruhlu işçimizin kendisini bu kadar değersiz hissetmesinin nedeni? Sadece devlet mi? Hayır.. İşin içinde halk da var sayın okuyucu... Arkadaşı evli , bebeği var diye onun kurtulmasını isteyen kardeşimiz gibi miyiz? Toplum işçilerimizi ezmedi mi senelerdir. Pisler demedik mi? Yanımıza oturunca tiksinmedik mi? Gittiğimiz bir yerde onlarda yemek yese bozulacak insanlarımız yok mu bizim? İşte millet neye değer verirse devlet de zamanla ona değer vermek zorunda kalacaktır ben bunu savunuyorum...
Peki sen ne yapıyorsun demeyin, ben kendimi övmekten asla hoşlanmıyorum. Doğal olanı anlatmak istiyorum. Benim gibi olanların çokluğunu umarak yazıyorum bunları...
Ben sabah uyanırım, sokağımızda çöp toplarlar, günaydınlaşırım... Teşekkür ederim bizim pisliklerimizi temizledikleri için, çünkü onlar olmasa biz mikroptan yaşayamayız, onlar bizim için pisleniyor.
Yan tarafımız inşaat, her gördüğümde kolaylıklar dilerim, öğlen vakti annem mutfaktan seslenir onlara , çocuklar içmısınız diye... Bazen türkü söylerler birlikte, camdan onları dinlerim, türkü sever miyim? Sevmem, ama onların neşelerine ortak olurum... Ortak oldukça çoğalır neşeleri... Çünkü onlar sayesinde evler var...
Ben şehirdeyim, gördüğüm yüzlerce insan benim için birdir. Bağdat Caddesinde mendil satan 80 küsür yaşındaki gazi amcaya göz yaşı dökerim, kendimden tiksinirim onu bu işi yapmaktan kurtaramadığım için.  Ve daha aklıma gelmeyen bir çok şey. Yaptın da ne işe yaradı demeyin, bir kişiden bir şey olmaz ama sen ben diye bir şey yok. Hepimiz böyle olsak, devlet de bir süre sonra halkına uyum göstermek zorunda kalmaz mı? Bir umut belki değişir her şey. Ben annemden öğrendim, herkesin eşit olduğunu... Kimseyi küçümsemedim. Siz de evlatlarınıza öğretin, insana kıymet vermeyi, kimbilir belki bir gün sizin evlatlarınız başımıza geçer de değer vermeyi öğretir. Her şey bununla başlar...
Belki de bir daha yaşanmaz böyle can yakıcı olaylar,
Kendimi zorlayarak, ellerim titreye titreye yazmak zorunda kalmam belki...
Ben burada Soma'dan kmce ötede hiç tanımadığım kardeşlerime, babalarıma, amcalarıma ,abilerime yanıyorum....
Geride kalanlara yanıyorum.
O insanlara değer vermeyip de bunu yaşamalarına sebep olan her kimse, benim canımı yaktınız... Benim gibilerin canını yaktınız...
Dilerim son olsun, Dilerim herkes hakettiği değeri görsün...
İçim çok dolu ama kocaman bir düğüm, çözülmüyor , yazamıyorum...
Kimbilir diyorum belki bir kaç gün sonra, ama bilmiyorum..
İçimden nefes almak bile gelmiyor ...!

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Garip miyim ?

Herkes benim gibi mi ? Yoksa ben fabrika ayarları bozuk olarak mı dünyaya geldim ? Bugün beni bu sorular oldukça düşündürdü. Kendimi inceledim, ve sonra da kendimi size anlatmaya karar verdim. Hani benim gibi olan varsa yazsın da ben de kendimi saçma sapan sebeplerle toplumdan soyutlamayayım diye.
Mesela benim bir arkadaşım, Facebook'ta ilişki durumunu değiştirirken sevgilisinin adı da yazıyorsa ben o çocuğu/kızı tanımıyor olmama rağmen inceliyorum. Hem de baya ayrıntılı inceliyorum. Sanırsınız ki ilişki durumunu değiştiren tarafın anasıyım, çocuğumu veriyorum. Kız gudubetse bu bile buldu ben hala armudun sapı üzümün çöpü diyorum ben napıyorum diyerek kendimi hırpalıyorum.
Kalabalık bir ortamda doğum yılını söyleyen kızın yaşı benden küçükse kızı uzun uzun süzüyorum ve illa ki benden büyük durduğunu kanıtlayacak sebepleri kafamda bir bir sıralıyorum. Sıraladıkça rahatlıyorum. Sonra da kendimle övünüyorum. Fiziksel övünme kısmını geçtikten sonra eğer o kız benden küçük olmasına rağmen evlenmişse ya da benden daha başarılıysa kendimi içten içe ezikliyorum.
Bir kız benden zayıfsa ona muhakkak uyuz oluyorum. Yaşam koçluğu eğitiminde hocam benden başkasıyla daha çok ilgilenince o kişiye delici bakışlarımı fırlatıp negatif elektriğimle onu dersi dinleyemez hale getiriyorum. Seminerdeki kadınlardan hocayı kıskanıp, Google'da yedi ceddini araştırıyorum. Adamın evli olduğunu öğrendiğimde de bence evli değil, kesin boşandı, ben onu evli gibi hissetmiyorum diye diye annemi bayıltıyorum. Facebook'ta ortak arkadaşlarımla etiketlenen eski sevgilimin( sadece bir tanesinin ) ,o fotoğrafını beğenen tüm kızların Facebook profillerini didikliyorum, bir de Google'da kızların adını aratıyorum başka neleri olduğunu öğrenmek için. Kızların profillerindeki fotoğraflarda eski sevgilimin beğenisi var mı diye de uzun uzun inceliyorum. Sonra onu o kızların hiç birisine yakıştırmayıp, onun bir sevgilisi olmadığına kanaat getirip rahatlıyorum. Hatta hala beni sevdiğini bile düşünüp, buna inanıp, mutlu oluyorum. Hayatıma girmiş en gereksiz insanları aklımdan geçirip, beni aramalarını sağlıyorum. Ama en önemlilerine asla bu kuralı uygulayamıyorum. Ne zaman annemsiz dışarı çıksam illa ki ona ulaşamıyorum ve her seferinde aynı derecede panik oluyorum. Her gün sağlıklı beslenmeye karar veriyorum, ama bunu asla uygulamıyorum.
İşte ben böyle bir insanken evrende bana bu hafta içinde bazı cevaplar verdi:
1- 3 aydır bana köpeklerin duasıyla atlar ölmez diyen salak eski sevgilimle aynı sokakta oturup bir kez karşılaşmamışken, taşınmak için Migros'tan koli aldığım ve en paçoz halimle eve dönmeye çalıştığım gün çat diye adamı gördüm, süslenmiş bir yere gidiyordu ve ben en yamuk halimdeydim. Elimdeki kolilerden birini kafama geçirip, adamı görmezden gelip, kafamda koliyle sokakta yürümek zorunda kaldım. Adamı önemsemiyorum ama o kadar laftan sonra beni düzgün görseydi it!
2- Armutlu'ya gittim ve Güzelyalı sahiline karşı kıyıdan kedinin ciğere baktığı gibi baktım, blogu takip edenler az çok , kitabı okuyanlarda çok çok bilir o sahilin benim için önemini.... Tatilim evin balkonundan karşı kıyıyı izlemekle geçti.
3-Ve bütün astrologlar bu dönemde geçmişinizde bıraktıklarınız geri gelebilir derken, bana en istemediklerim yine bulaşmaya başladı.
Yani bence ben garibim, evren de o yüzden bana böyle cevap veriyor!
Yarın yaşam koçluğu okulumdan mezun oluyorum, akıllara zarar bir yaşam koçu oldum!
Beni tebrik edin, öptüm!

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Polislerin Annemle İmtihanı

Malum bizim olaysız bir günümüz geçmiyor ama dün benim için oldukça telaşlı bir gündü. Blogun önceki yazılarını okuyanlar bilir sevgili annem, yani Bayan Pire'yle bir kepçe mücadelemiz olmuştu. Ben de annemin sadece inşaat arabalarına bir zaafı olduğunu düşünmüş, yanımızdaki inşaat da kepçeyle işini bitirince annemin binme şansını yitirmesiyle rahatlamıştım. Kadın neredeyse 70 kilo, o popoyu kaldır , oraya zıpla , bir düşse yine kabak benim başıma patlayacak, umurunda değil. Gitti rahatladım...
Gel gelelim sakin başlayan dünümüze....
Annemle dün evden çıktım, eğitime gittim, eğitime annemi de götürüyor olmamı bence hiç yadırgamayın, hocamın bir numaralı öğrencisidir. Eğitime gitmemiz bisiklet yarışından dolayı kapanan yollarla ayrı bir olay oldu. Hatta tesadüflerle ilgili yazıyı okuyanlar bilir, böyle derse giderken başıma gelen aksiliklerle muhteşem bir tesadüfe denk geldiğim için bu sefer de acaba yine gidemeyecek miyim korkusu benim içimi hafiften hafiften kemirdi. Tamam Evren'ciğim anlıyorum, o hoş bir tesadüftü ama bir sefer daha derse gidemezsem de eğitimden atılıyorum yapma etme dileklerimle sağ salim derse gittim. Kendimi de o kadar kasmışım ki bütün ders boyunca mideme ağrılar girdi... Neyse yine o muhteşem hocamın , muhteşem anlatışıyla rahatladım ve dersimi de bitirip, annemle ortak bir dostumuzla buluşmak için Beyoğlu'na doğru yürümeye başladık. Annem de takıntıdır, her yerde buluşmalarını Özsüt'te ayarlar. Yine Özsüt demiş, tam giriyoruz, başladı ben acıktım ben burada ne yiyeceğim diye. Ulan, evladım olsa itip kakıcam yemin ederim. Şiddete çok karşıyım ama bir insan kendi buluşma kararı aldığı yerden kendi vazgeçer mi? Neyse ben gidip köfte yiyeceğim, sen otur arkadaşımızı bekle dedi, beni Özsüt'e postaladı, kendi de ileriye Ramiz Köfteye yürüdü. Beyoğlu Özsüt'ü bilenler gözünde canlandırsın, bilmeyenler öylesine bir teras hayal etsin... Terastayım, oturuyorum, bizim pire aradı, ben yürüyorum, burada insanlar toplanmış ama korkma dedi. Ufak bir olay sandım, geçiştirdim. Ben de terasın arka tarafında oturuyorum, yol görünmüyor. Ön tarafta oturanlar da aşağı bakıp bakıp duruyor. O sırada bizimle buluşacak olan arkadaşımız aradı, ben geliyorum ama aşağıda olay var diye, ben de garsona sordum ne olduğunu, adam demez mi burada pek bir şey yok ama aşağı taraf çok karışık diye...
Terasın önüne yürümedim, koşmadım, uçtum! Düşünebiliyor musunuz, anneniz , gezi olaylarının yaşandığı bir yerde , olay çıkmak üzereyken köfte yiyor!
Hemen bizim pireyi aradım, anne n'apıcaksın olay var dedim. N'apayım köfte yiyorum ben cevabını aldım. Allah'ım aşağıya bakıyorum, iki toma, bir sürü polis, barikat kurulmuş, yüzlerce insan, kesinlikle giriş çıkış yasak, ve kadın bana hala köfte yemekten bahsediyor....! Bir daha aradım, telefonu meşgul... Yaklaşık 20 kere aradım! Baya baya köfte yiyip, telefonda konuşuyor! Ben de Özsüt'te terasta, ön masaları hiçe sayıp, belime kadar sarkmış vaziyette hanımefendinin gelmesini bekliyorum. Sinirden kafamın önünde yeni türemiş olan minik saçlarım dimdik oldu yemin ederim. Bu arada arkadaşımız da geldi ama umrumda mı? Tabii ki değil...
Bu sırada sevgili piremiz lütfedip telefonunu kapattı ve kendisine ulaştım! Almış yanına Ramiz'den kasiyerle bir garson, yürüyerek geliyormuş. Tomadan, gazdan onlar koruyacak her halde. Bekliyorum, bekliyorum yok gelmiyor. Arıyorum, yine meşgul. Tamam diyorum, bir şey oldu, annemin telefonuyla ambulans çağırıyorlar. Ama ambulansa hayat hikayeni anlatamazsın. Telefon durmadan meşgul! Nihayet yanıma geldiğinde öğrendim ki, telefon konuşması bittikten sonra gitmiş tomanın yanına, evladım, su , gaz falan sıkmayın benim tiroidimi geçen sene aldılar, ben nefessiz kalıyorum, kokulardan çok etkileniyorum diye lafa başlamış, polise ameliyatını anlatmış. Sen geç anneciğim bir şey yapmayacağız demişler. Sonra bakmış yol uzun, yorulmuş. Beni şu tomayla Özsüt'e atıver evladım cümlesini de kurmuş. Ha diyeceksiniz ki polisler hayatta kabul etmez. Yalnız siz benim annemi tanımıyorsunuz, polis onu da kabul etmiş. Tahminimce çeneden bayıldı çocuk. Annem son anda ben o kocaman şeye nasıl bineyim diye bir döneklik yapmış da polis annemi tomaya bindirmekten kurtulmuş. Sonra da bana gelmiş diyor ki neden herkes bana gülüyor. Eh anneciğim, ne diyeyim.
Siz söyleyin neden herkes anneme gülüyor acaba?